15 Nisan 2013 Pazartesi

GEÇ KALAN ÇIĞLIK

çığlık

Avuçlarının arasına aldığı mendili sıkı sıkı tutuyordu. Ayaklarında parlak rugan çizmeleri, üzerinde gabardin bir palto, Portakal kabuğunu andıran turuncu saçları kirden birbirine yapışmıştı. Okyanusu andıran gri mavi gözleriyle hep aynı noktaya gözlerini hiç kırpmadan bakıyordu.


Onu izlediğimi fark edemeyecek kadar kendinden geçmiş ve beni ürkütecek kadar hareketsizdi. Kaldırımın üzerinde, dondurucu soğuktan olsa gerek, dizlerini bedenine doğru iyice çekmiş, karanlığı aydınlatan tek sokak lambasının altında yatıyordu. O karanlık sokak bende her zaman kötü hisler uyandırıyordu. Hele ki geç saatlerde alabilecekleri son alkol limitine dayanmış ayyaşların namelerini atmasıyla, çok daha ürkütücü olan bu sokak, belki de hayatımdaki adrenalin eksikliğinden olsa gerek ara ara beni çağırıyordu.

Bu gece de o gecelerden biriydi. Sokak beni çağırmıştı ve ben de buradaydım. Yolun karşısındaki kaldırımdan, sokak lambasının altında yatan kızı izliyordum. İçimde uyanan merak duygusuyla, onu daha iyi görmeye çalışırken, sanki arkamdan gizli bir el beni ona doğru itiyordu. Karşıya geçtim. Artık ben de lambanın altında kıza bakıyordum.


Ona doğru yaklaştıkça çehresi aydınlanmaya, yüzünü daha net görmeye ve ona baktıkça çok tanıdık gelmeye başladı. İçimdeki ürpertinin arttığını hissediyor, sakinliğimi koruyamıyordum. İyice yaklaştığımda mavi gözlerini benim gözlerime doğrulttu ve o an..

Tanrım, hayatımda hiç duymadığım kadar büyük bir çığlık.. Kulaklarımdan uzun süre uzaklaştıramadığım o tiz sesle öylece kalakaldım. Kendi sesimi duymaya çalışıyordum ama nafile, o çığlık yapıştı kulaklarıma, kulaklarıma kazıdığım ne melodiler, ne şiirler hepsi yok olup gitmişti bir anda.

Biraz toparlandığımda eğilip, kıza dokundum ve anlatmaya başladı;

-Adım Çiğse. Her şey çok güzel başladı. Neden ben? Ben ben..

Tekrar bayıldı. Bir şey yapmam gerekiyordu, hastahaneye mi gitmeliydik yoksa onu burada bırakıp eve mi dönmeliydim. Kim başına durup dururken bela almak ister ki! Elimi kaldırdım ve bir taksi yanımızda durdu, şoför yardıma ihtiyacımız olup olmadığını sordu. Taksicinin bu inceliğnden sonra onu burada bırakıp uzaklaşma fikrimden çok utandım. Şoförün de yardımıyla onu taksiye bindirdim . Adam kaygılı bir ifadeyle;  alnında tek çizgi olmuş gür kaşları ve palalarına yakışan bir ifadeyle 'nereye abla?' dedi.


Uzun süredir konuşmamış olmamdan kaynaklanan boğazımdaki  gıcığı temizleyip en zarif ses tonumu takınarak;


-"Levent'e gidiyoruz. Kardeşim alkolü fazla kaçırmış beni çağırdı, benimle kalmasını daha uygun bulduk" deyiverdim, hem şoförü hem kendimi rahatlatmak istemiştim bu yanıtımla. Adamı bilmiyorum ama ben bu kadar rahat yalan söylemekten rahatsız olmuştum. 
Taksicinin kaygılı bakışlarını üzerimde hissettiğimde onu da kandıramadığımı fark ettim. "Başaramadım" diye düşündüm, zaten kandıramazdım insanları, yine yapamadım ama derin bir "oooh" çektim, hala bendim ve değişmemiştim.

Şoför "bismillah" deyip yola devam etti. O da haklıydı, gecenin bir yarısı yanımda baygın bir kadınla birlikteydim. Kadının ayılmaması beni de endişelendiriyordu. Sokak lambalarının ışığının arabanın içine vurmasıyla aydınlanan yüzüne öylece dalmışken, şoförün kart sesiyle irkildim.


-"Abla Levent'deyiz nereden döneyim."


-"İlerideki pastahanenin olduğu sokağa dönün lütfen, ışıkları geçince sağa, tamam tamam Ramiz Köfte'nin yanındaki sarı apartman, teşekkür ederim.""


Sonunda hiçbir sorun yaşamadan apartmanın önündeydik, kapıcının yardımıyla kadını daireme çıkardık.

-"Teşekkür ederim Veysi efendi."


Adamcağızın içinden homurdandığını duyar gibiyim. Daireme çıktığımızda bile Veysi Efendi'nin gözleri yarı kapalıydı. Biliyordum ki yarın bunun için bana suratını asmayacaktı. 
Veysi Efendi kimseye kin beslemezdi. Apartman yöneticisinin ona ettiği onca hakarete rağmen onu gördüğünde yüzündeki tebessümünü yöneticiden esirgemiyordu. Önceleri onun mükemmel bir yalaka olduğuna inandırmıştım kendimi ama on yıldır bu apartmanda ve her zaman değişmeyen tavırlar sergiledi. Ben de inandım insanları iyi olduğu için seven insan oğlunun insanları kötü olduğu için de sevebileceğine. Veysi Efendi insanları insan olduğu için seviyordu. Tanrı da mükafatini vermişti bu güzel kalbin sahibine; 65 yaşına 40'lık bir dış görünüş. Sonunda kapıyı açar açmaz karşıma çıkan ve her gördüğümde içimi açan mor-turuncu salonum karşımdaydı.

Kızcağızı, giriş kapısının hemen karşısındaki, mor kanepeme yatırdıktan sonra, üzerindekileri çıkarıp, duşa soktum. Duştayken yavaş yavaş ayılmaya başladı. Duştan çıktığımızda kendi pijamalarımdan birini giydirip yatağa yatırdım.


-Aç mısın Çiğse?


-Hayır, bir şeyler yiyebilecek durumda değilim.


-Çok bitkin görünüyorsun.


O konuştukça dudaklarının arasından çıkan ses sanki tanıdığım bir sesti, ilgiyle izlediğim bir haber spikeri ya da çok sevdiğim bir şarkıcının en sevdiğim şarkısını üst üste dinlediğimde, şarkıyı kapadığımda bile kulaklarımda kalan o güzel melodilere eşlik eden ses gibi, hep duyduğum ama kime ait olduğunu hatırlayamadığım bir ses. Çise yavaş yavaş araladı gözlerini;


-Anlatmak istiyorum.


-Şimdi dinlen daha sonra konuşuruz.


Saçlarını okşamaya başladım, gözlerini kapadı ve uykuya daldı. Yaşadıklarım beni oldukça yormuştu. Yatağımın tam karşısındaki duvara astığım Mudo Concept ahşap saatimde; akrep ikiyi yelkovan on ikiyi gösteriyordu. Birkaç özel gün haricinde hiç geç yatmadım ve geç kalkmadım. Kurulmuş bir saat gibiydi hayatım, zaten düzenli hayatımı ve zamanlı her şeyi seviyordum.


Kendimi yabancı bir kadını baş ucumda tutacak kadar güvende hissetmesemde  Çiğse'nin yanından kalkabilecek kadar güçlü de hissetmiyordum. Günün analizini yaparken onunla uyuya kalmıştım.


Sabah odaya vuran gün ışığıyla gözlerimi araladım. Bir kaç dakika hareketsiz kalarak, yorgunluğumun nedenini anlamaya çalıştım ve Çiğse'nin bedenimi kavrayan koluyla yataktan fırladım.  Ailemle evlerimizi ayırdığımızdan bu güne beş yıl olmuştu ve ben sabahları yalnız uyanmaya oldukça alışmıştım. Toparlandıktan sonra ayağa fırlayıp şu kuş sütünün eksik olduğu kahvaltılardan birini hazırladım.


Çiğse'yi uyandırmak için odaya girdiğimde "anlatmak istiyorum" diye sayıklıyordu. Yanına yaklaştığımda irkilerek uyandı ve mavi gözlerini kocaman açıp bana baktı.


-Hesaplaşma zamanı artık yüzleşelim.


-Kahvaltıda konuşuruz hadi elini yüzünü yıka.
Gözlerinde görebileceğim en keskin ifadeyle;

-Hayır şimdi. Yeterince geç kalmadık mı? d
edi ve anlatmaya başladı; 

Her şey çok güzel başlamıştı. Ben hep kötü olanı seçtim. Mutsuzluğu seçtim. Ve hayatta iyileri vermekten yorgun düşüp, kötüleri sunmaya başladı bana. Sonra ne kadar itsem de, onlar yapışıp kaldılar üzerime. Değiştirmek isteyip değiştiremediklerim, ben ittikçe onlar geldi.

Soruyorum sana nasıl değiştirebilirdim onu ama durmadan denedim, denedim. O dönemde bütün enerjimi ona harcadım. Kendimden, hayatımdan vazgeçtim. Onu bir an olsun bırakmadım ta ki benden gittiğini fark edene kadar. O hastaydı bunu ben değiştiremezdim. Ooof... tanrım o şiddet dolu geceler, yardım isteyebileceğin kimse yok. İstediklerinden de hep aynı yanıt. "Geçer alttan alın, bir şey olmaz" ezberlettiler. En yakınlarımız çare olmadı, olmak da istemediler. Onların kendi yaşamları vardı, bizim ki onlara uzaktı, belki de inanmadılar bile.


Bir gece bıçakla bizi kovalarken komşumuza sığındık, hayatımın en rezil gecelerinden biriydi. O insanlara, mahalledikelere, çevremiz diyeceğimiz herkese rezil olduk. Oysa annem hep mükemmel görünmemiz gerektiğini öğretmişti bize ama bu durumdayken nasıl mükemmel olunurdu bilemedik. Bak işte bu rezil gece, benim hep elimin tersiyle itip bana yapışan kötülüklerden sadece bir tanesi. O böyleydi ve benim minicik bedenim onu değiştiremezdi. Ne hali varsa görsün diyemiyorum, deseydim belki  böyle olmazdı. Herkesi inandırdım dediğime ve şimdi bu da ağır geliyor. Olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek, ağır geliyor bir zaman sonra. 

Gözlerinden yaşlar geldiğini görüyorum.

-Anlatma sonra devam edersin.


-Hayır, anlatmak istiyorum.


Sandalyeden kalkıp kanepeye oturdu arkasına yaslandı, ağzını kocaman açıp esnedi ve öylece uykuya daldı. Kimden bahsediyordu ve  yüzü bana neden bu kadar tanıdık geliyordu. Tanıdık geliyordu ama anlattıklarına dair hiçbir fikrim yoktu. Nasıl bu kadar yakın ve bu kadar uzak olabilirdi. Tanrım hafızamı mı kaybettim.


Ben Çiğse'nin anlattıklarıyla hesaplaşmamı sürdürürken kapı çaldı ve ben bir an olsun düşüncelerimden sıyrıldım.


Kapıyı açtığımda 1.65 boylarında balık etli kumral, kusursuz yüzü olan bir bayan gözlerimin içine bakıyordu.


-Merhaba, telefonla aradım ama ulaşamadım gelip evde seni göreyim dedim. Seni görünce içim rahatladı, senin işin vardır deyip ben ağzımı açamadan geldiği gibi gitti.


Ben kesinlikle hafızamı kaybetmiştim, kadına dair en ufak bir şey hatırlamıyordum. Sonunda mahallenin delisi kapı kapı dolaşıyor deyip kapıyı kapatıp tekrar Çiğse'nin yanındaki yerimi aldım.

Sanki zaman hiçbir şey düşünmeme izin vermeyecek kadar hızla ilerliyor ve olaylar ardı ardına geliyordu ki, ben hiçbir şey kurcalama fırsatı bulamayayım diye. Birden kapı zili ardı ardına çalmaya başladı ve ben bu zil çalışını çok iyi hatırlıyordum.


Kapıyı açtığımda Veysi Efendi karşımda tüm enerjisiyle duruyordu.


-Bu sabah geç kaldınız.


Muzip ve tatlı bir ifadeyle,
-"Dün gece mesaiye kaldım ondan olsa gerek" dedi ve gülümsedi. "Gazetelerinizi getirdim, bir sorun yok değil mi?"

Bu soruyu Çiğse yüzünden sorduğunu anlamıştım.

"Gerçi iyi görünüyor her şey, kendinize dikkat edin" dedi veben kapıyı kapatıp içeri girdim.


Çiğse uyanacak gibi değildi, ben de Veysi Efendi'nin getirdiği gazeteleri okumaya başladım. Üçüncü sayfa haberleri beni hep dehşete düşürmüştür. "Cinnet geçiren insanlar, kuralsızlıklar, tacizler, arkasından hiçbir iz bırakmadan kaybolanlar, kendi canına kıyanlar" Bir insan bu duruma nasıl gelebilir? Ne olmalı ki hayattan vazgeçebilsin? Bunları düşünürken Çiğse de uyandı.


-Yine mi uyudum? Zamanımız yok halbuki.

Merakla ona baktım. Ne için zamanımız yoktu? O da merakımı fark etmiş olsa gerek bana baktı ve..

-Başlıyoruz. Daha küçücük bir çocukken gözlerimin önünde intihar etmişti, hayata karşı hiçbir savunma mekanizmam yokken, daha bana ait bir kişiliğim yokken, tanrııım, yüzü gözlerimin önünde mosmor olmuştu, yere yığıldı. Ölümü biliyordum o ölmüştü, yanına gittim ağlamaya başladım, yaklaşık on dakika sonra gözlerini açtı gülerek bana baktı. Küçücük yumruklarımı sıktım ve o gün nefret etmeyi öğrendim.


Yetişkin olduğumda ise farklı baktım ona, bütün çocukluğumu, hayatımı hep en sevdiğim şeyleri almakla tehdit ederek ve sadistçe beni ve annemi ağlatarak geçirmemize neden olmasına rağmen; o hasta ve yardım edilmesi gerekiyor dedim. Yardım etmeyi denedim taaa ki yapamayacağımı anlayana kadar ve işte bu da son.


Sonra insanları sevemedim, seviyor gibi yaptım. İyilikler gördüm, kötülükler gördüm ama ben hep kötü oldum. Gerçek iyiye hiçbir zaman inanmadım. Hayatın hep karşılıklı alışverişten ibaret olduğuna inandım. Hayat bir pazardı ve burada ki herkes bir diğerinin müşterisi. Hayat alışverişten ibaretti ve ben satmadan vermedim.


Hayatıma giren erkekleri de alış-verişe dahil ettim, arkadaşlarımı da. Bana güzel olduğumu hissettirsinler, yalnızlığımı gidersinler, zamanımın geçmeyen bölümünü paylaşsınlar diye soktum onları hayatıma. Bunlar yettiği sürece yanımda oldular, yetiremediklerinde biri gitti, diğeri geldi.


Ağzım açık Çiğse'yi dinliyordum. Benim çok düzenli bir aile yaşantım, birbirine aşık annem ve babam, 40 yıllık aşk dolu evlilikleri vardı. Hayatımda da sadece iki erkek olmuştu. Biri çocukluk aşkım, diğeri de bir kadının hayatını geçirmek isteyeceği mükemmel erkek. Sonsuzluk bağışlansa; sonsuzluğu paylaşmak isteyeceğin adam. Böyle bir yaşam sürmemden olsa gerek, anlattıkları bir film ya da bir insanın hayal gücüyle yaratabileceği anlamsız bir hikaye gibi geliyordu.


Eğer bunları bana, gözümün taaa içine bakarak anlatmasaydı ve göz bebeklerinden bana yansıyor olmasaydı inanamazdım. Anlattıkları içime anlamsız bir huzursuzluk veriyor, o hayatı 
 onunla yaşıyor gibiydim.

Ç-Sonra bir adam, hayatıma kimseyi sokmayı düşünmediğim bir anda kalbimin kapısını çaldı. 
Artık hayatıma girenlerden ne bir şey alıyordum, ne de bir şey veriyordum. Yaşamıma ait zaman zaman doğru kararlar vermemi sağlayan bir iç ses "durdur bu alışverişi" demişti bana. Sesi duymazdan gelmemi o adam istedi benden. Elimden tuttu bir daha bırakmadı. Ben ittikçe o daha da çekti kendine.

Bir kamp alanında aylardan dolunay, siyah gökyüzünde yıldızların arasında. Beni kendine çekti ve dudaklarıma belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Başka da bir şey istemedi benden. O geceden itibaren onunla yaşamaya başladım taaa ki üçüncü güne kadar. Üçüncü gün hayatında başka bir kadının olduğunu öğrendim ve onu bıraktım.


Ertesi sabah kapının önü gül bahçesine dönüvermişti ve bir not; "Hayatımda kimse yok, o biten bir ilişkinin son külleriydi, SENİ SEVİYORUM."


Ona inanmadım ama kinci, en az benim incindiğim kadar karşımdaki de kırılmalı, onun da yüreği kanamalı tavrım yüzünden; onu aradım. Tabi bilemezdim ona tekrar güveneceğimi. Beni inandırdı, hayatımda ilk kez birine inandım. Beni kandırdığını düşündüğüm birine  karşı tüm hislerim değişti. Her şey mükemmel giderken, vücudumun ve ruhumun alıştığı günahlar beni çağırdı. İlişkimizin üçüncü yılında belki de bağlanmaktan korktuğum için, bizim yatağımızda başka bir adamla onu aldattım.


-İnanmıyorum sana Çise. İnsan güzelliklere bu kadar yaklaşmışken, bağlanmaktan korkmak olamaz bunun nedeni.


Çiğse hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


-Peki öyleyse yalan kalmasın senle aramızda. Zaten bu sebeple buradayım. Babamdan nefret etmemin tek nedeni; bize yaptığı işkenceler değil.


Annem apartmandaki kadınlarla, kadınlar matinesine gitmişti. Babamın benimle gerektiği gibi ilgilenemeyeceğini düşünüp bakıcıyı o gece bize gelmesi için çağırmıştı. Bakıcının geleceğini öğrendiğimde çok sevinmiştim. Her geldiğinde yeni oyunlar oynar, genç olduğu için de enerjime yetişmekte zorluk çekmezdi. Annemin gitmesine yarım saat kala bize geldi. Daha dün gibi hatırlıyorum; onu görür görmez eteklerinde dönmeye başladım, "acaba bugün ne oynayacaktık" kalbim küçük bir kuş gibi heyecanla atıyordu.


O gün diğer günlerden farklıydı. Bütün sevgi gösterilerim karşılıksız kalmış, geldiği andan itibaren benimle konuştuğu tek şey "nasılsın" olmuştu. Geriye kalan bütün zamanını babamla geçirmeyi tercih etmişti. Annem gider gitmez beni odama gönderdiler, herhangi bir bahaneyle salona girdiğimde babam kızıyordu. Bir türlü anlayamıyordum biri babam diğeri annemin de kızı gibi sevdiği Beril ablamdı. O gecede annemin öğrettiği gibi pijamalarımı giyinip "izninizle ben yatıyorum" deyip tekrar odama girdim. Tabi şimdi düşünüyorum da bu onların hiç umurunda değildi.


Bir süre yatağın içinde döndükten sonra, ikisinin de hiç beklemediği anda oturdukları odaya girdim. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı, babam bana bir aslan kükremesini andıran bir sesle; "DEFOOOOL!!!!" diye bağırdı.


Ben annemle babamı bir kez olsun böyle görmemiştim, annem için mahremiyet çok önemliydi. İkisi de çırılçıplaktı. Bu kez babamın dediğini yapamadım, defolamadım. Ayağa kalktı, tüm gücüyle bana vurdu, yere yapıştım. Benim ona yapmam gerekeni o bana yapmıştı ve bunun ne anlama geldiğini biliyordum. "ANNENE ANLATMAYACAKSIN." Anlatırsan daha kötüsü olur. Bu da küçük bir çocuğu susturmaya yeterdi, daha on yaşındaydım ve hayatımda edinebileceğim en büyük deneyimlerden birini edinmiştim.


Üzerine yattıkları kanepeye bir daha oturamadım, anneme anlatamadım, kimseye anlatamadım. Babam ve Beril bir kez bile yüzüme bakmaya utanmadılar. Bu maceraları annemin her gece gezmesi ya da mesaisinde yeniden yaşanıyordu. Ve artık annemin yatağında, eskisinden çok daha rahat sevişiyorlardı. Biliyorlardı ki ben odamdan burnumu bile çıkarmayacaktım.


Merak ettiğini biliyorum annen bunu öğrendi mi diye.


-Sormam ne kadar doğru olur bilmiyorum ama annen biliyor mu?


-Evet. Bir gün eve onların umduğundan daha erken geldi. Anahtarıyla açtı kapıyı, onlar yaptıkları işe iyice konsantre olduklarından, annemin geldiğini duymadılar. Ben uyumamıştım, yanımdaki odada neler yaşandığını bilirken uyuyamazdım zaten. Annemin geldiğini duyunca odamdan çekinerek kafamı uzattım, annem dış kapının olduğu yerden bana bir öpücük gönderdi ve eliyle içeri girmemi işaret etti. Kapıyı kapatıp içeri girdim. Annem olanları anlamıştı ve benim yaklaşık bir ay önce karşılaştığım manzarayla karşılaşacaktı. Bunu görmesini hem istiyor hem de istemiyordum.

Görmesini istiyordum; o iğrenç adamla artık yaşamasını istemiyordum, görmesini istemiyordum; sevdiği iki insanın ihanetiyle yüzleşecekti ve bu onu çok üzecekti. 
Parmak uçlarına basarak yatak odasına doğru gitti, derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı. Beril'in inleme sesleri yarım kaldı ve iki dakika sonra annemin çığlıkları duyuldu. Babam çırılçıplak annemin üzerine çıkmış onu yumrukluyordu. Beril'in üzerinde annemin yeni aldığı ve henüz kullanmaya kıyamadığı saten çarşaf vardı ve ifadesiz bir suratla babamla anneme bakıyordu. Her şey onun yüzünden olmuştu boğazlanması gereken Beril ve babamken annemin çığlıkları her yerde yankılanıyordu.

Mutfağa gidip bulabildiğim en büyük tavayı aldım ve olanca gücümle babamın kafasına indirdim. Babam bayıldı. Annem Beril'e dönüp gitmesini istedi ve beni sıkıca kucakladı o an için bütün yaralarımı sarmak ister gibiydi ama nafile. Babamın hastalandığı için bu şekilde davrandığını söyledi ve tekrar kollarının arasına alıp her şeyi unutturmak istercesine sarıldı. Ben o günden sonra babamı bırakmasını ya da aynı şeyleri ona yapmasını bekledim, bekledim, bekledim...


-Peki sonra ne oldu beraberler mi?


-Evet hala beraberler. Anneme sen de yap aynısını ya da bırak onu dediğimde "bitirmek kolay olan" deyip, bence aptalca bir mücadeleyi seçti.


-Peki ya aynı şeyleri yaşatma konusunda ne diyor?


-"Anne namustur. Toplum erkeklere her şeyi yapma özgürlüğünü vermiş. Onlar ne kadar ahlaksızca davranırsa davransın toplum erkektir yapar diyor. Anne aynı şeyi yaparsa toplum sizi ve beni işaret eder. Yapmadığınız şeylerle yargılanırsınız" derdi. Bak bu konu da çok da doğru söylerdi.


Ben bu yüzden annemin alamadığı intikamı, hayatıma giren tüm erkeklerden almayı seçtim. Hayatıma giren herkesi aldattım ve zaten aldatılmayı hak ettiler. En başından beri "seviyorum" derken aldattım onları. Yalan söyledim hepsine. Bugün ise sevdiğim erkeği aldattım, ilk kez pişmanım, kendimi affedemiyorum. Bunu ona anlattığımda gideceğini biliyorum ama onu yaşamımdan çıkarmak istemiyorum. Onu kaybetmek istemiyorum, bana verdiği hiçbir şeye layık olamadım, aldığım kadarını da veremedim, borçlu ayrıldım. Onu çok seviyorum ama dönüş yok, geçmişim de, yaşadıklarım da sebep olamaz.


Bunları dinlerken altından kalkamayacağımı düşündüğümden olsa gerek, iki şişe viskiyi bitirmiştim. Çiğse'nin anlattıklarından sıyrılıp ayağa kalktım, yatak odama gidip her gün düzenli aldığım antibiyotiğimi içtim, akan rimelimi temizledim, şifonyerimin üzerinde bana hep çocukluğumun güzel anılarını hatırlatan kenarı oyalı mendilimi aldım ve cebime attım. Sonra üç gündür Çiğse'yi dinlediğimi fark ettim. Banyoya girmem gerekiyordu ama bunu başka bir zamana erteledim, vücuduma yapışsın bütün kirler diye düşündüm, bugün böyle olsun dedim.


Dışarıda kar yağıyordu beni soğuktan en iyi koruyacağını düşündüğüm gabardin paltomu ve rugan çizmelerimi giyip dışarı çıktım. Göğsümün daraldığını hissediyordum, dinlediğim şeyler yüzünden olduğunu düşündüm. Adrenalin Sokağına girdim, karanlıkta yürüyordum. Gecenin bir yarısı olmuştu. Sarhoşlar naralarını ata ata sanki o anki özgürlüklerini ispatlamaya çalışır gibi yanımdan geçip gidiyorlardı. Cebimden çocukluğumun saf güzel anılarını çıkarıp sıkı sıkı tuttum mendilimi. Sokağı aydınlatan tek sokak lambasını altına bakıyordum, önce anlam veremedim. Fark ettiğimde ise çok geçti. Gördüğüm manzara ruhumun derinliklerinden gelen güçlü bir çığlıkla birleşti, tanrım artık beni kimse duymuyordu. Yerde öylece yatıyordum.

Yolun karşısına geçebilsem, bedenimi oradan kaldırıp bir taksiye atlayıp eve dönebilsem. Tanrım, zamanı geri almak için nelerimi vermezdim. 
Karşıya geçemedim, geçtiğim karşı bu dünyanın karşısıydı. "ELVEDA HAYAT"

pehito

NOT: Toplum baskısı yüzünden Aralık 2012'de, intihar eden Üsteğmen Nazlıgül'e ithafen yazılmıştır. Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil lütfen sadece yüzüne bakmayalım.
Sevgiyle kalın

12 yorum:

  1. Toplumsal tabular ve ataerkil düzen üzerine etkili bir yazı. Kültür toplumu var ettiği gibi ayrıca yok eden en büyük silah ne yazık ki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kültürümüz de insanları ön yargılardan arınıp dinlemek de olabilse. Bazen her şey göründüğü gibi olmuyor. Biz cezasını vermeden önce bir sorsak neyin var diye, belki kaç tane insanı kazanacağız bu kadar basit bir cümleyle..
      Umarım bu işleyiş değişir...
      Sevgiyle kal...

      Sil
  2. hikaye çok güzel tabii ki ama dur sonda şaşırdım anlamadım galiba.

    çise anladım. hikayesi etkileyici.
    onu dinleyen nazlıgül mü oluyor.
    yani nazlıgül ile çiğse arasında bir bağlantı tanışıklık var gibiydi sanki, neden olduğunu bilmeden.
    ve neden elveda dedi ki hayata nazlıgül.
    konuşan oysa tabii ki.
    hep çiğsenin hikayesi idi.
    ne oldu ki diğerine?
    bişiyi mi kaçırdım yaaa.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) çok şekersin deep. Önce bunu yazayım dedim.

      Kaçırmışsın ya da ben yazamamışım. Çise ve Nazlıgül aynı kişi. Hadi iki isimli gibi düşünelim :) hikaye sondan başlıyor. Nazlıgül Çise kendini yerde ölü görüyor yani ruhu bedenini görüyor.

      Sonra onu ölüme neyin getirdiğini okuyoruz :)) çocukluğundan bu güne yaşadıklarını yani iç sesini okuyoruz :)) sonunda da pişmanlığı onu öldürmüş onu görüyoruuuuz :)

      Sil
    2. yok ben kaçırmışım.
      okurken çise ile nazlıgülün aynı kişi çıkacağından şüphelenip sonunda öle çıkacak galiba demiştim.
      ama sonunda nazlı ölünce karıştırdım galiba.
      babası erkekler evlilik filan bu olanlar onun suçu değil ki ama. bissürü erkekler oldu. acaba ona mı pişman oldu. o kadar da heyecanla okudum ama.

      Sil
    3. deep

      Hikayeler başı ve sonu aynı. Bittiği yerde başlıyor, bak istersen :))

      Babası, şiddet patolojik problemler yaratmış ama sebep sevdiği adamı kendi yataklarında başka bir adamla aldatmış olması.

      Öyle işte :)

      Sil
    4. kendi yataklarında mı pes pes yani pes oynuyorlarmış evet yatakta allam ne kadar zekiyim.
      :)

      Sil
    5. deep

      Bazen ben de şaşırıyorum senin bu muhteşem zekan karşısında. Pes pes evet pes oynuyorlarmış

      :)

      Sil
  3. yukarda yorumlarda neden şubat ya.
    o şubatı görünce blogda ileri geri gidip durdum ya yanlış yaptım diye.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. deeptone

      Çünküüü ben bu yazıyı o zaman yazıp yayınlamıştım. Ara ara tekrar yayınlıyorum da ondan

      :)

      Sil
  4. çiğse, baba, eş, erkekler, dövme filan.
    sahiden de böle şeler yaşayanlar var.
    genelde okumamış ailelerde.
    ama üniversite mezunu olanlarda bile var yaaa.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. deeptone

      Maalesef var :( olmazsa çok iyi olacak..

      Sevgilerimle :))

      Sil