26 Şubat 2014 Çarşamba

ONUN ADI MAVİ


Hadi koş,
Mavi yollara koş.
Sarıl sevgiliye ve kucakla iki tur dönün kendi ekseninizde.
Öp dudağından bırak onu yere.
Sahipsiz zannederken kendini, yasla sırtını sırtına
Şaşırt hem onu hem de kendini.
Arala dudaklarını, ilk çıkan kelime
Olsun onun adı, ve sonra bir cümle, bağlasın ikinizi
"Seni seviyorum" olsun
Bu akşam ikinizin de rengi..

pehito

resim google'dan alıntıdır

AİLE İÇİ ŞİDDETE SON

 


İki gün önce televizyonda bir reklam gördüm.; "Eğer aile içi şiddet görüyorsanız şu telefondan bize ulaşın" diye. Kendi kendime "hııııı ben görmüyorum, umarım görenler reklamı görür" dedim. Sonra aklım başıma geldi. Az çok bloğu okuyan ve bu postu paylaşacak olan arkadaşlarım var dedim ve işte buradayım.

AİLE İÇİ ŞİDDETE SON
Aile içi  şiddet acil yardım hattı: 0212 6569696
                                               0549 6569696


LE DIV4S İlk kez Türkiye'de ve konserin tüm geliri Aile İçi Şiddet Yardım Hattına bağışlanacak. Haberle ilgili ayrıntıları BURADA bulabilirsiniz. Umarım işe yarar..

Korkunu yen ve ARA

sevgilerimle
pehito
görseller google'dan alınmıştır

24 Şubat 2014 Pazartesi

İÇ SESİM KİMİN ESİRİ



Bazen sadece unutmak istersin, unutmak. Nereden tutup çektin ki bu cümleyi, sırtında bir kambur gibi. Unutmak dediği an hatırladı yüreğine yük ettiklerini. Yazıp yazıp defalarca sildiklerini. Ortaya seremeyeceklerini. Geceleri onu yorganın altına hapis eden kuytularına gizlediklerini.

Bir öpücük, bir dokunuş, bir çift kahverengi göz ve bir adamın siyah saçının siyah tellerini hatırladı ya da bir kadının. Şarkıları hatırladı. Beraberken dinlenen ayrıyken dinlenen şarkıları. Güzelliğin başka hiçbir yerde beş para etmediğini en çok onun yanındayken ışıl ışıl parladığını hatırladı. Şimdiyse o şarkılar; parlak siyah saçlarını, parlayan ela gözlerini ateş böceklerinin terk ettiğinden başka hiçbir şey hatırlatmaz oldu.

Unutmak mı demiştin, "en önce silmem gereken bu kelimeydi hafızamdan" dedi. Şöyle demezdi hiç "bugün hatırlamadım seni" unutmak olmasa hatırlamakta olmazdı ve belki bu kadar takılmış da olmayacaktı bu kelimeye. 

Öyleyse silmeli yeniden başlamalı, peki o adam/kadın hiç mi olmamalı. Yeniden başladığın hayatında hiç mi yeri olmamalı. "Peki o zaman ben, ben olabilecek miyim " dedi ve "O da kalsın" deyip iç geçirdi zamana. Ne zormuş veda da edilemiyor kabul de edilemiyor. Arafta olmak gibi bir şey bu. Öyleyse inanmadığın ya da inandığına dua etmeli. Bana unuttur o iki kelimeyi. Hatırlamayı da unutmayı da sil zihnimden. Sil ki ben sorgulayan değil sadece kabul eden olayım. 

Ama ben bu beni seviyorum. Hadi en iyisi ben, ben olayım.

iç sesim kimin esiri oldu
pehito

MUTLU MUSUN ELİNDEKİLERLE



Sıcak değdi tenime
Soğuktum, eritti beni.
Çıkar at ceketini, otur dinle beni
Bir es ver hayata ve yeniden dene.
Sıkıldığın ne varsa at geriye, bak önündeki renklere
Sarıların sıcağına dal, güneşin beyaz tenini kavurmasına izin ver
Bronzsan dert etme bile, yat öyle sere serpe.
Mavide hayal et ve gerçek olması için şaklat iki parmağını
Yapamıyorsan bir şarkı söyle, ben yaparım zevkle senin yerine
Kırmızıya biraz beyaz kat ve kabul et sana kat kat gelecek pembeleri
Siyaha siyah diye bakma
O ne kirli çıkın bilmez misin
Her renk var onun içinde 
Çek çıkar canının istediğini, dansına ve müziğine kat her birini
Güzel kadın savur eteklerini.
Hey adamım dağınık bırak saçlarını sen de bir kereliğine
Ve kimseye sorma "nasıl olmuşum" diye
Unutma iyisi de var, kötüsü de ama en önemlisi mutlu musun elindekilerle

Sevgilerimle
pehito
resim google'dan alınmıştır

22 Şubat 2014 Cumartesi

NE İSTİYORSUN ZEYNEP 2

ÖNCEKİ BÖLÜM TIKLA

-Otur
*İyi de
-Boş ver iyiyi kötüyü, gel otur!

Sesi ve tavrı biraz değişikti adamın. Yayılarak çıkıyordu her kelime ağzından ve biraz da incelerek. Bir de tuhaf bir el hareketiyle gözünün önüne gelen kıvırcık saçlarını geriye atıyordu. O saçlar önüne gelmekten genç adam da onları geriye atmaktan büyük bir zevk alır gibi art arda tekrarlanan bir rütüele dönüşmüştü bu saç olayı.

*Makyaj var yüzünde
Hafif de olsa fondöten, bir de dudak parlatıcısı sürmüştü genç adam
-Evet, sende de yok.
Onda ki varlık olmasa bende ki yokluk hiçte dikkat çekici olmayacaktı diye geçirdi içinden Zeynep
*Evet, yok.
-Yeni mi karar verdin?
*Neye
-Değişmeye
*Çok mu belli oluyor, yeni olduğu
-Evet
*Peki ya sen
-Ben doğduğumda beri böyleyim. Hiç farklı olmadım. Anlaşılan ruhum yeni bedeniyle anlaşamadı hiç. Hahahahahaha
"Komik mi" diye geçirdi Zeynep içinden. Gerçekten komik miydi? Yoksa acınacak haline mi gülüyordu.
-Adın ne?
*Zeynep
-Hımm değiştirecek misin peki? Benimki de Hakkı ama bu halime pek uymadığı için Hakkuş der arkadaşlarım bana
*Ne var halinde?
Aslında farkındaydı tuhaflığın ama doğal karşılamaya zorluyordu kendini.
-Hahahahah ne mi var? Belli değil mi kuzum?
*Bilmiyorum, şu an hiçbir şey bilmiyorum. Neyi bilmem neyi bilmemem gerektiğini bile bilmiyorum.
Ve kadın ruhuna yenik düşüp ağlamaya başladı Zeynep..
-Dur kıııız beni de ağlatacan şimdi. Sonradan olunmaz anacım. Neysen osun. Ben hep böyle hissediyordum, doğduğumdan beri, bebeklerle oynamayı çok severdim, makyaj yapan kız arkadaşlarımı pek bir beğenirdim. Dans etmeye bayılırdım. Hatta biliyon mu kız, bir gurubumuz var sahne alıyoruz Taksim'de. Gelir izlersin belki bir gün.
Annemle babam ben çok küçükken ayrıldılar. Annem yeniden evlendi, kendi babam hahahaha bu da ne komik bir söylem oldu. Anla işte öz babam ressam. Sanatçı adam. Hepsi bir anda öğrendi dans ettiğimi, üvey olan babam .rospu olmuşsun sen dedi. Babam demedi bir şey. Aferin de demedi ama bak. Annem zaten karışmaz hiçbir şeye öyle meşgul ki kendiyle.
Neyse işte bak, sonradan olunmaz böyle. Hah demiştim değil mi onu. Sen kaçmışsın belli ki, bir şeylerden kaçmışsın ama kaçtıklarını da getirmişsin yanında. Böyle kaçılmaz ki sonra başka yükleri de alırsın kambur omzuna. Sen en iyisi çıkar o memelerine taktığın bantları ve yüzleş seni buraya getiren olaylarla.
Bak işkembeyi de yiyemedin, soğudu. Yiyemezsin miden almaz, sevmezsin ki zaten değil mi işkembeyi. Yoksa sıcak içilir işkembe.
Dön kuzum geri dön, çevir sayfalarını sonra kapa defterini ve aç yenisini ama eski hesaplarını gör sonra aç.

Zeynep, dinledi dinledi. Tek kelime etmedi. Teşekkür edip ayrıldı Hakkuş'un yanından ve hızlı hızlı çıktı indiği yokuşu. Açtı dairesinin ahşap kapısını ve etrafa bakındı. "Küf kokuyor" dedi yüksek sesle. Yarın bu odayı boyamalı diye geçirdi içinden ve girdi Eyfel Kule'li nevresimin içine Hakkuş'u ve söylediklerini düşünerek uyudu.

pehito
kurgu, hikaye

NE İSTİYORSUN ZEYNEP 1

Gözünün üzerine düşen perçemine saklamıştı bakışlarını. Gölgelere sığınmış, kaybolmayı seçmişti. Her adımında geri dönüp adımlarının bıraktığı izi takip ediyordu. Kan kırmızı bir yudum şarapta bulmuştu unutmayı sonra bir yudumun ne olduğunu. O gece kesmişti saçlarını kısacık, bir adam kılığına bürünüp yaşamaya karar vermişti. Sıkıca bantladı pek de büyük olmayan göğüslerini ve bulduğu en rahat gömleği altına da tracking yaparken giydiği neredeyse yıkanmaktan parçalanacak hale gelmiş on yıllık kotunu geçirdi.

Bu kez gece almasın gözlerini diye Rayban'in polis modeli gözlüğünü geçirdi yüzüne. Ay ışığından saklamıyordu gözlerini, göz göze gelmekten saklıyordu belli ki. Aynada kendine baktı, sevmedi yeni halini hatta tiksintiyle baktı kendine ama istemiyordu ne eski bedenini ne de kalbindekileri.

"Hadi bakalım" dedi kendi kendine yüksek sesle. Bir adam bedeninden çıkan zarif kadın sesine omuz silkti ve küf kokan tek odalı evinin ahşap kapısından, apartmanının dar merdivenlerine bıraktı kendini. "Hoşça kalın hamam böcekleri" deyip acilen sesine de bir çare bulması gerektiğini fark etti. Kısabilirdi belki sesini, daha kısık olursa belki daha anlaşılmaz belki de yok olacaktı.

Apartmandan çıkıp belediyenin her seçim öncesi hatırlamaya bile değer bulmadığı bozuk yollarından yokuş aşağı bıraktı kendini. Önce hızlı hızlı yürüdü daha sonra yüzüne vuran rüzgara meydan okur gibi açtı kollarını ve koşmaya başladı. "Zeyneeeeep" diye bağırıyordu. Kendi adıydı kulaklarına değen. Yolun eğimi azalana kadar koşmaya ve bağırmaya devam etti. Geri mi istiyordu kendini, yoksa gerçek bir veda mıydı emin olamadı ama onun istediği; her şey değişsindi.

Ve başlamıştı işte, değişiyordu her şey.
-Zeynep ha, kim Zeynep? Abla mı diyelim abi mi?
İçi titredi, derin bir nefes aldı kuytularında gizlediğinden ve kıstı sesini;
*Benim Zeynep? Ne o bir şey mi vardı?
Hissettiğinden daha cesur daha ezici çıkmıştı sesi. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. Adamlar cüsselerine bakmadan garip görünüşlü kız mıdır erkek midir belli olmayan varla yok arası bu genç kadından bir adım geri durdular.
-Yok, merak ettik, öyle bağırdığını duyunca, aradığın biriyse yardım edelim diye
Zeynep o an anladı sıradan görünmenin yerini alan bu farklılık, tuhaflık ya da adı her ne ise kendine saçma bir saygınlık kazandıracaktı.
*İhtiyacım olursa haber ederim, hadi daha fazla meşgul etmeyin beni.
Kendi de bilmiyordu ya nereye gidiyordu, neydi meşguliyeti, sadece başından savmak istedi o iki adamı. Başka zaman olsa hatta iki gün öncesi olsa salyalarını akıta akıta ona bakacaklarını bildiği bu iki adamla daha fazla yan yana durmak istemedi.

Daha minyon olanının omzuna çarparak geçti yanlarından Bıraktı kendini içindeki şarkının melodisine bu sefer daha ağır adımlarla daha dingin yürüdü yolları. Her zaman olana inat hiçbir şey düşünmeden attı adımlarını, bir kaç saat sonra midesinden gelen seslere kulak verdi. "Acıktım" dedi. Yanında biri varmış gibi. Düşündü aslında iki kişiyim şu anda, hala Zeynep benimle ve yeni ben kimim bilmiyorum diye geçirdi içinden. Sonra beyaz bir ışık gördü, kaldırıma düşen beyaz ışığın geldiği yere baktı. İŞKEMBE SALONU yazıyordu. "Iıııığğğğ" hiç düşünmeden aniden çıkmıştı bu ses ama çok acıkmıştı, madem eski Zeynep değildi hatta belki Zeynep bile değildi. "Bunu da yap" dedi ve girdi salona.

Kimi pala bıyıklı adamların olduğu, kimi şık ama ucuz saten gece elbiseli kadının olduğu, bir iki tane normal diyebileceği insanın olduğu salona girdi. Bütün masalar doluydu. "herkes mi işkembe sever" diye geçirdi içinden ve boş bir yer aradı. Gür kıvırcık saçları kulak memesine kadar inen genç bir çocuk el salladı ona. Zeynep önce üzerine alınmadı etrafına bakındı, ondan başka genç adama dönük kimsenin olmadığını fark edince "ben mi" diyerek kendini işaret etti .Genç adam olumlu anlamda kafasını salladı ve Zeynep adama doğru yürüdü.

BÖLÜM İKİ BURADAN DEVAM TIKLA
pehito
kurgu, hikaye

21 Şubat 2014 Cuma

HİÇBİR ÖPÜCÜK AVUTAMAZ BENİ


Sıcak bir ağustos akşamı,
Yürüyorum sahili baştan sona.
Amacı var gibi ama amaçsızca.
Yakamoza selam edip, yıldızlara haber yolluyorum.
Beni görüp diziliyorlar gecenin gerdanına.

Bu kez düşünmeden gideyim istiyorum
Adımlarım aklımdakilerden habersiz gitsin,
Yalnızca beni duymak istiyorum ama kalbimde ki beni duymak,
Yasaklarını günahlarını bırakıp yola öyle devam edeyim istiyorum..

Sıcak mı demiştim, peki şimdi neden üşüyorum
Yalnız adamlara, yalnız kadınlara üşüyorum.
Beni ben yapanlara ama ben olmayanlara donarak sarılıyorum.
Öpüyorum içlerinden birini, kendimi değil onları ısıtıyorum.

Başkalarını ısıtmak için yaşar gibi yapıyorum
Kendimi unutuyorum.
Sonra anlıyorum;
Öyleymiş gibi yapıyorum, herkesi kandırıyorum
Bütün o olanları kandırıyorum,
Beni ise hiçbir öpücükle avutamıyorum

pehito

resim farklıkareler.blogspot.com'dan alıntıdır

20 Şubat 2014 Perşembe

SAHİ NEREDE BAŞLAR ÖZGÜRLÜK!


Özgür müyüm ben? Ya da nedir özgürlük? Bir sohbetimizde söylemiştim sana "özgürlük yaşayamadıklarımızda gizli" evet ben söylemiştim bunu, bir çırpıda çıkıvermişti ağzımdan. Peki ya yaşayamadıklarımı yaşadığımda gerçekten özgür olabilecek miydim ya da kendimi mi kandırmış olacaktım. O yaşayamadıklarım bana zarar verdiğinde aynı zamanda kendi özgürlüğümden kısmış olmayacak mıydım ya da başkalarının özgürlük alanına girdiğimde onların özgürlüğünden kısmış. Sahi nerede başlıyordu özgürlük ve nerede bitmeliydi?

İç sesim bu akşam bunları söyledi.
Sevgilerimle
pehito

resim google'dan alıntıdır

19 Şubat 2014 Çarşamba

GÜNCELLEME ya da GÜNCELLEME



Hızla akıp geçiyor zaman, ayak uydurmak gerek. Hayatın akışı içinde yürümek bazen de koşmak gerek. Rüzgara yelken açıp bazen kendini akıntıya bırakmak, bazense aklını kullanmak gerek. Sahip olduğun donanımların arkadaşlıklarını, ilişkilerini, işini zamanla götürmeye yetecekken bir an gelir, tıkanıp kalırsın. Yetmez, arabanın benzini/mazotu, iphone'unun yeni programlara ayak uydurması, iç organlarının vücudunu taşıdığı yetmiştir bazen, anla işte yetmez sahip oldukların.

İş yerinde terfi etmişsindir ama excel'e daha hakim olman gerekir, ilişkin sorunsuz gitmektedir ama ruhun heyecan ister, arkadaşların yanında gibidir ama sen bilirsin aslında senden gitmektedir ya da yetmiyordur artık sana üzerine eklemek ister.

Kahve uykunu kaçırmıştır canın her zamandan farklı olarak Miller ister, okuduğun kitaplar yetmez keyfin biraz da film izlemek ister, halbuki var olanla götürülen bir hayatın vardır ama yetmediğini hissedersin işte o vakit ayak uydurmak için zamana yaşamın acil bir GÜNCELLEME ister.

Sevgilerimle
pehito
resim alıntıdır

SOSYALLEŞME


Bugün birini tanıdım, "gel" dedi, seninle sosyalleşelim. Elini uzattı, şüphesiz tuttum elini ve beni uzun Fransız pencerelerinde ışığı kesmeyecek şekilde yere kadar uzanan beyaz fon perdelerinin olduğu, duvarları beyaz, uçsuz bucaksız bir resim atölyesine götürdü. "Gir" dedi. Üzerimdeki siyah elbisem bu beyaz ötesi yeri kirletecekmiş gibi hissettim ve bir adım geriledim ama tutup kendine doğru çekti beni. Beyaz elbiseli sayamayacağım kadar çok kadın ve adam beyaz tuvallerinin başına oturmuş, fırçalarını huzurla tuvalin üzerinde gezdiriyorlardı. Serbest zamanlarıymış.

Resim öğretmeni göğüs çatalının başına kadar inen dekoltesi, vücuduna oturmayan beyaz elbisesi ve ensesinde topladığı siyah saçlarıyla bir melek gibi görünüyordu. Yanıma ulaştı ve iki omzumu sıkıca kavrayıp rahatsız bir taburenin üzerine oturmamı sağladı." Bak, ne görüyorsun?" dedi.

-Beyaz bir tuval görüyorum.
Öyle bakma
-Nasıl bakayım, boş beyaz bir tuvalden başka bir şey görmüyorum.
Etrafına bir bak
-Bir sürü resim yapan adam ve kadın görüyorum
Başka
-Ne başka, resim yapıyorlar işte
Daha dikkatli bak!

Artık bir yandan sinirlenmeye, diğer yandan aptalca gelse de kendimi zorlamaya başladım. Kafamı tuvalden kaldırdığımda bir kadınla göz göze geldik. Küçücük bir yüzü vardı. Bu ağız, burun, kaş, göz nasıl sığmış bu küçük yüze diye hayrete kapılmamak içten değildi. O zarif yüzü incelerken, tam o anda gözünden bir damla yaş aktı. İçinde tuttuğu her ne ise dışarı bırakmıştı belli ki. Gözlerimi gözünde tutamadım daha fazla, bilirdim bu ancak küçük bir çocuğun yapabileceği bir şeydi.

Ve arkasından, kapının hemen sağ tarafında en arkada oturan genç adama doğru uzattım bakışlarımı. Saçlarını üç numaraya vurdurmuş, elmacık kemikleri ve yüzünde ki her kıvrımı belli olan bu genç adamın gözleri de tuvalinden çok uzaktaydı. Gözlerinden bir damla hüzün akan kıza aşkla bakıyordu. Uzanmak istiyor ama uzanamıyor gibiydi. O an her ikisinin de resim yapmaya başlamış olduklarını gördüm. Kağıda geçecek olan duygulardı ve ben daha o an merak etmeye başladım, o duygu kokacağını bildiğim resimlerini.

"Şimdi anladın mı?" resim öğretmeninin sesiyle irkildim. Başımı olumlu anlamda salladım.

Hadi başla bakalım
-Ama ben teknik bilmiyorum, kalem nasıl tutulur, fırça darbesi nasıl vurulur. Hiçbir şey bilmiyorum
Zaten bunun için burada değil misin?
-Evet.
İlk dersimiz buydu, önce öğrencilerimin gönül gözünü açarım. Sonrada ruhunun renklerini öğrenmek isterim. İsterim ki ona hem resim çizerken hem hayatta yardım edebileyim.
-Çok teşekkür ediyorum size. Hayatı burnumun dibinden ibaret sanıyordum, meğer ne çok hayat, ne çok yaşam ve öğrenecek ne çok şey varmış kendime dair.

pehito
kurgu,hikaye
resim google'dan alınmıştır

18 Şubat 2014 Salı

YENİ



Pembe allık tenine en çok yakışan, 
Dağıt saçlarını, savur rüzgar alsın 
Sonra bıraksın omuzlarına, beyaz tenin saçının kızılıyla yansın. 
Sil göz yaşlarını yeniden başla ve hep vardır yenisi unutma. 
Hadi değiştir, bu gece sür gri farlarını, gözünün yeşiline en çok yakışan
Koy başının üzerine o kalın üç kitabı.
Ve neydi o çok sevdiğin Türkan Şoray'ın film repliği "ben dünyanın en gözel karisiyam" 
İnanana kadar, söyle bunu defalarca kendine
Seni alıkoyan ne ise kendine güvenmekten çıkar at o elbiseyi ve yenisini giy en pahalısından
Bildiğin hayat bir tane ve yaşa onu doyasıya
Geriye ne kaldıysa ver eskiciye
Hadi sen bak önüne..

pehito

resim google'dan alıntıdır

YALANDAN MUTLULUK



Merhaba, bu sabah yanına iki yüzlü olmaya geldim. 
Eğer içimden geçenleri söylersem, kendime köy arar dururum.
Bundan sebep bıraktım doğrularımı, sizin doğrularınızı aldım da geldim. 
Çok mu değişmişim, dünden farklı mıyım, öyle mi düşünüyorsun gerçekten? 
Haklısın dün inandıklarımı konuşuyordum, 
Bugün senin hoşlanacaklarını muhtemelen. 
Söylesene şimdi daha mı çok seveceksin beni?
Gerçekten böyle bir ilişki kimi mutlu eder ki?
Seni mi yoksa beni mi?
Nereye gider bu yalanlar 
İnsan dolduklarını dökülmez mi bir yerde ya da kaçmaz mı sahte dostluklardan günün birinde 

Şşşşşştt baksana
Gel sen bana en kötü olanı söyle 
Ama gel en doğrusunu söyle. 
Acıtsın canımı, yaksın geçsin ama doğru olsun, dosdoğru olsun. 
Yalandan mutluluğun yerini, canımı acıtacak doğrular alsın 
Nasılsa geçer acısı ve ben doğru olan için üzülmüş olur 
Doğru olana emek harcar, doğrular için göz yaşı dökmüş olurum.
Üzülmem geçen zamana, dosttuz sandığım günlere üzülmem.

pehito

yazı benim :) resim google'dan alıntı :)

17 Şubat 2014 Pazartesi

SİYAH KELEBEK



Bir şarkı dinliyorum
Aklımdan daha güzel sözler geçiyor 
Ama dökülüp kağıda sonsuz olamıyor.
Ve sonra bir melodi
Siyah tütüsüyle sahneyi baştan sona dönen bir balerinin figürleri
Sana nasıl hoyrat, nasıl dizginlenmemiş olduğunu anlatmak istiyorum
Cümle olamıyor o hırçın siyah figürleri
Film olup gözümün önünden geçip gidiyor.
Ritme ayak uydurmaya çalışıyorum
Bırakıyorum müziğin akışına kendimi.
Bir şarkı dinliyorum
Adam tam şu an ruhumu parçalayıp
Ne işin var senin olduğun yerde diye bağırıyor!
Gideceğimi söyleyip aynı yerde zayıf bir fidan gibi bekliyorum,
Gidemiyorum.
Sesinin hoyrat tonuna bırakıyorum kendimi
Şarkı bittiğinde yığılıyorum,
Anlıyorum çok yorgunum, geceyi selamlıyorum ve alkışları dinliyorum
Hala aynı yerdeyim ben, 
Gidemiyorum

pehito

15 Şubat 2014 Cumartesi

İKİ SOLUK ARASI



İki soluk arasına sığdırdığın kadardır sana ait olan.
Söylesene paylaşsan yüreğindekileri,
Geçer mi ağrısı kalbinin,
Yoksa denilen gibi çoğalır mı mutlulukların.
Hadi seç desem, hangisi benim dersin?
Mutluluk mu yoksa hüzün mü?
Eğer anlatamayacaksan;
Sen sus, konuşsun zaman.

pehito

resim alıntıdır.

HALA GÜZEL ŞEYLER OLMALI HAYATTA


Ayın 15'i ev kirasını yatırmak için son günüm. Devletin verdiği burs yol parama bile yetmiyor, ikinci bursu da istemedim. Okul bittikten sonra geri ödemem gerekiyor ve benim iş bulup bulamayacağım da kesin değil. Edebiyat bölümündeyim, derslerim iyi ama mezun olduktan sonra daha KPSS var ve onda da doksanı geçmem gerek ki devlet okullarında iş bulabileyim. Eee dershanelerin de ne olacağı belli değil. Yarın bilemedin öbür gün kapatılırsa bize oradan da ekmek yok.

Belki ileride de şimdi kazandığım işten biraz para kazanabilirim ama o da neye yeter bilinmez. Düşüncelerimden biraz uzaklaştığımda kıyafetlerimi giyinmiştim ve sıra makyaj yapmaya gelmişti. Bugün daha da belirginleştirdim gülen yüzümü ama her zamankinden farklı iki silik damla yerleştirdim yanaklarımdan aşağıya. O da içimde gizlediğim hüznümden yüzüme emanet olsun bakalım. Evvet işte bu!! Yine süper oldu makyajım. Artık hazırım. İki vesait yapmam gerekiyor alış-veriş merkezine ve bu kıyafetle oldukça dikkat çekeceğim kesin. İşte geldik!

Sırt çantamı yere bırakıp başlıyorum işime. Saçları gri beyaz, ton ton bir teyze bana doğru geliyor.
-Merhaba tonton teyzem, bu kırmızı gül yanınızda sönük kalacak ama eğer kabul ederseniz, sevgililer gününüz kutlu olsun!!
Teyze gülerek ve teşekkür ederek ayrılıyor yanımdan.
Şimdi de birbirine sıkı sıkı sarılmış bir kız ve bir adam geliyor, gülümsüyorlar ama onlara elimdeki çiçeği nedense uzatamıyorum. Acaba halime mi gülüyorlar diye düşünüyorum ama geçiştiriyorum düşüncelerimi.
Bir kaç benzer manzaradan sonra; üzerinde krem rengi ceketinin altından sadece lacivert çoraplarını ve kırmızı rugan ayakkabılarını gördüğüm 4-5 yaşlarında küçük bir kız çocuğu annesinin elini çekiştirerek bana doğru geliyor.
-Anne bak, PALYAÇOOO!!!
Gülümsüyorum ben de. Nasıl gülümsemezsin ki? Herhalde içindekileri en masum haliyle dile getiren tek canlıdır çocuklar. Evet onlarda insan ama çocuklar. Başka bir şey çocukluk, insanın ruhuna hangi kara leke yapışıyorsa sonradan gelip yapışıyor.
-Ne istersin, güzel kız?
-Pembe kelebek.
-Hıııımm ama ben pembe kelebek yapamam. Gel seninle balondan yapacağım pembe bir kalpte anlaşalım.
Kız neşeyle gülümsüyor.
-Oluuuur!!!
Balonu şişirip minik parmaklarına veriyorum,
-Anneciğim bu senin, sevgililer günün kutlu olsun!
Minicik bir çocuğun bunu bilmesine şaşırıyorum. Ve benim ona verdiğim hediyeyi annesine uzatmasına da. Avucunun içine bir öpücük konduruyor ve bana gülümseyerek el sallıyor. Annesi de tebessüm ederek uzaklaşıyor.

Akşam mesaim bitene kadar devam ediyorum işime ve çantamı toplayarak oradan ayrılacakken bir adam yaklaşıyor yanıma.
-Merhaba. Eminim çok mesai yaptınız ve sizden pembe kelebek isteyip, verdiğiniz pembe kalple çok daha heyecanlanan kızımı hatırlamayacaksınız. O da balonu hayatında ki en kıymet verdiği insana, annesine vermiş.
-Yooo, hatırlıyorum. Çok şeker, gözleri ışıl ışıl bir çocuktu.
-O da bütün gün sizden bahsetmiş. Annesi de size bir hediye göndermek istedi. Kızım uyuduğu için evden çıkamadılar. Lütfen eve gittiğinizde açın.
-Ama ben kabul edemem bunu.
-Onlar sizden hediye kabul ettiler, lütfen uzatmayalım da alın elimden.
-Peki :)
Birbirimizin sevgililer gününü kutlayıp ayrıldık.
Eve geldiğimde bütün gün bir şey yememiştim, bugün kazandığımla bile ev kirasını ödeyemeyeceğimi biliyordum ve hiçbir ekstra için harcayacak param yoktu. Açlığıma rağmen merakıma yenik düşüp "hediyeni açmadan önce, lütfen bunu oku" dediği mektubu açtım.

Sevgili Palyaço Abicim
Ben yazmayı bilmediğim için annem bana yardım ediyor. Bugün pembe kalp balonla beni çok mutlu ettin. Ben mutlu olduğum için annem ve babam da çok mutlu oldular. Ben de sana bir oyuncak almak istedim ama kumbaramı evde unutmuştum, o yüzden alamadım. Annem kumbaramı sana göndermeme izin verdi. Şimdi onun içinde ki paralarla sen de istediğin oyuncağı alabilirsin.

Sevgilerimle
Pırıl :) :)

Gözlerim doldu ve dayanamayıp hıçkırıklara teslim ettim kendimi. Adı gibi Pırıl, pırıl pırıldı. Belli ki ailesinden almıştı bu özelliğini. Hediye kutusunu elime alıp kalpli paketi açtığımda beyaz kürenin üzerinde pembe bir dinazorun olduğu kumbara elimdeydi. Bir yandan içim titriyor diğer yandan garip bir neşe hissediyordum. Kumbaranın altını açtığımda tahmin ettiğimden çok daha fazlasıyla karşılaştım. İçinde kira için eksik olan param kadarı çıkmıştı.

Ve hayatta hala güzel şeyler vardı, olmalıydı.

Sevgilerimle
pehito
kurgu, hikaye
resim alıntıdır

13 Şubat 2014 Perşembe

AZICIK OLAN KAZANSIN



Soluğum kesilecek gibi hızlı hızlı nefes alıyorum ama bir o kadar ağır adımlarım. Sıcak nefesimi dışarı salıverdiğimde soğukta varlığını ispat etmek ister gibi yeniden ve yeniden o beyaz duman asılı kalıyor havada bir kaç saniyeliğine. Ben nefes aldıkça ve hava soğudukça bu var olma yarışı sürecekti belli ki. Küçük olanın büyük olanın yanında çaresizce varlığını gösterebilmesinin bir şekliydi bu döngü ve inkar edilemezdi.

Ne işim vardı bu saatte gecenin koynunda. İçime üşüşen sinsi gevrek fikirlerin bedenimin küçüklüğüne aldırmadan yayılışıydı beni sokağa adeta fırlatıp atan. Ve birden boğazımda hissettiğim keskin ve yakıcı acıyla elim boynuma gidiyor ve boynumda ki kırmızı fuları aşağıya doğru kaydırıyorum. Avuçlarımın içinde sıkıca tutup üzerine boğazımda biriktirdiğim kanı tükürüyorum. Bu kan geçmişin tüm acılarının vücuduma ince ince işlediği kara lekeden arda kalanlar.

"Bitirmiş olmalıyım artık" deyip, elimde tuttuğum eşarbı rüzgarın akışına bırakıyorum. Önce gök yüzünde süzülüşünü izliyorum ve sonra yere düşüp kendini rüzgarın sönük esintisine bırakıp sürünüşünü ve tekrar yükselişini. Belki de alıştım dediklerimin bile benden gidişini yavaşlayan soluğumun gecenin sessiz ıslığına eşlik etmesiyle izliyorum.

Hadi bırakın yüklerinizi, içinizde azıcık olan kazansın. Küçücük mutluluklarınız büyük acılarınızı yensin. Nasıl giderse gitsin acılar ama bırakın da sizin varlığınız özgür ve mutlu kalsın..

Sevgilerimle
pehito
olaylar kurgudur..
resim de alıntıdır :)

12 Şubat 2014 Çarşamba

HEP BANA HEP BANA



Ne kadar ağır hissediyorum kendimi, üzerimde bana ait olmayanlarımla. Bana ait olan giysileri kapının yanındaki portmantoya fırlatıp, kendimi cam göbeği mavisi pofuduk kanepeye adeta başka bir şeymişim gibi, bir yastık bir şal, fırlatıyorum. Konuştuklarımızı düşünüyorum. Beyoğlu'nda Limonlu Bahçe'de, o yeşil limon ağacının altında, limonatamı yudumlarken kurduğun cümlelerini.

"Ama aşkım yaaa.. Ilgilenmiyorsun artık BENİMleee! Eskiden ne güzeldiii. Ben hep konuşurdum sen ağzın kulaklarında, ışıl ışıl gözlerinle dinlerdin BENiii, sanki o an dünyada ilk kez duyduğun şeyler BENim dudaklarımdan dökülüyormuş gibi!! Bir de her buluşmamızda BANA mutlaka minik de olsa bir hediye alırdın, bir çiçek örneğin, buluştuğumuz günlerde BEN de mutlaka bir değişiklik bulur, iltifat ederdiiin. Ya bugün, oturmuşsun o ağacın altına, ağzından tek bir kelime çıkmadan öylece gözlerini kapamış, hamakta sallanıp duruyorsuuun!!"

Şimdi de gözlerimi kanepemde kapamış SENİ ve söylediklerini düşünüyorum. BEN ilk kez., ilişkimiz başladığından bu güne ilk kez SENLİ anların huzurunda, SENİN varlığında "kendimi dinlemek" istedim be aşkım. Bilemiyorum çok mu şey istedim?

pehito
kurgu, hikaye

fotoğraf alıntıdır..

9 Şubat 2014 Pazar

BİR ŞANSIM DAHA VAR MI



Görünmez kelepçelerimi çıkarıyorum bileklerimden, beni tutsak eden bedenimi sıyırıyorum üzerimden, çok derinlere bakmam gerek biliyorum.

Alice'in Harikalar Diyarına yaptığı yolculuğun başında ki gibi karanlık bir tünelden yokuş aşağı iniyorum, bazen zamana bazen de dokunduğum başka ruhlara çarpa çarpa. İçimde öyle çok huzursuzluk hissediyorum ki bu yolculukta, her biri zorla elime tutuşturuluyor sanki. Bir yerler yanıyor gibi hissediyorum ama sorsan "neresi" diye, elimi koyup şurası diyebileceğim tek bir yer gösteremem sana. Zaten bu yolculuğumda; derinlerde ki üzeri kat kat örtülmüş ulaşılması zor o yere. 
Öyle hızlı düşüyorum ki, canım daha çok yanmalı diye geçiriyorum içimden. Derin bir nefes alıp açıyorum sağ avucumu, elimde uzun bir filmin küçük bir sahnesi oynuyor. Baş rolünde benim olduğum küçük filmler bunlar. Sevmek için suyun içinden çıkarıp, öpüp tekrar suya bıraktığım turuncu japon balığımın, ertesi gün suyun içinde çırpınırken hissettiklerini görüyorum. Görmüyorum, yaşıyorum. Arada nefessiz kalıyorum, arada çekiyorum ciğerlerime oksijeni, bir yangın hissediyorum içimde sonra bir soğukluk. Sonra başka bir film; kardeşime oynaması için vermediğim kırmızı arabanın onu ne kadar üzdüğünü görüyorum, tek tek kalbini kırdığım arkadaşlarımı, beni ne kadar çok sevdiğini bile bile asla bir daha arkamı dönüp bakmadığım kız arkadaşımı yarı yolda bırakıp evlendiğim günü. Ve o gün hem onun hem de kendi canımı ne çok yaktığımı görüyorum. Yaptığım motorsiklet kazasında engelli olmasına neden olduğum küçük çocuğun gönlünü asla alamadığımı, benden hep gerçek bir özür beklediğini görüyorum. 

Hayatımın en acı anları bir bir avucuma düşüyor ve ben her seferinde bin kez ölüp, bir kez diriliyorum. Bazen bilerek bazen bilmeyerek dokunup başkalarına açtığım yaraları görüyorum. İçime akıtıyorum göz yaşlarımı, bu kez yangınımdan değil, bana değip acıttığım başka ruhlar için dökülüyor göz yaşlarım. Özür diliyorum ama ne zihnimle ne de bedenimle, henüz ulaşamadığım merkezimle. Kendimden de özür diliyorum, o yangınları yaşattığım için kendime. 

Ve birden bir şalter açılıyor gibi "tak" diye bir ses duyuyorum. Elektriği hissediyorum, bir kadın sesi "bitti mi" diyen bir kadının sesini duyuyorum. Ciğerlerimin yandığını ve o yangınla bir bebeğin yüksek sesle ağladığını duyuyorum. Ter içinde, yorgun görünen ama gözlerinde sevgi dolu başka bir ışık gördüğüm bir kadınla göz göze geliyorum. Senin adın "Selin" diyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum, konuşmak için ağzımı araladığımda tekrar bir bebeğin daha nazik bir ağlama sesini duyuyorum. O güzel kadının yasemin kokusunu çekip içime her şeyi unutuyorum ve yeniden BAŞLIYORUM!!

pehito
kurgu, hikaye

resim google'dan alıntıdır..

8 Şubat 2014 Cumartesi

LÜSYEN





Tarihin sayfa aralarına gizlenmiş, Osmanlı'nın çöküşüne ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna an be an şahit olmuş bir aşk hikayesinin belgesel tadında bizlere sunulduğu kitaptır LÜSYEN. Bu öykü yazarın deyimiyle de; "Poti'den Peşte'ye, Tahran'dan Bombay'a, Brüksel'den Londra'ya, Liege'den Ankara'ya, Venedik'den İstanbul'a uzanan rengarenk bir coğrafyada geçiyordu ve fonunda yer küreyi kana bulayan bir dünya harbi, Balkan Savaşı, İstanbul'un işgali, son Osmanlı Meclisi, İstiklal Mücadelesi, Cumhuriyet'in yeşermesini "en az yarayla atlatarak, kitapla bize gelen gerçek bir aşk öyküsü.

1912''de Brüksel'de bir davette karşılaşır 60 yaşında ki Abdülhak Hamid ve 18 yaşında ki Lüsyen. Birbirlerini ilk gördükleri anda ruhsal bir bağ oluşur aralarında. Lüsyen hiç düşünmeden tüm sevdiklerini ve ailesini ardında bırakıp, Abdülhak Hamid'e adeta adar kendini.

Lüsyen Hamid'le birlikte tarihin sayfalarına nakşedildi. Atatürk ile dans etti, onun sofrasını paylaştı. Tevfik Fikret'ten edebiyat dersi aldı, Nazım Hikmet'i akşam yemeğinde ağırladı, İnönü evlerinde santranç oynadı, Mehmet Akif'i ve dönemin nice şairini yazarını yakından tanıdı.

 Abdülhak Hamid Lüsyen'i tanımadan önce MAKBER'i yazmış ve yeni bir eseri kaleme alamamıştı. Lüsyen'le birllikte şair yeniden yazmaya başlamış eski güçlü kalemine kavuşmuştu.

Belki filmlerde görüp, sadece romanlarda okuyup "kaldı mı böyle aşklar" diyeceğiniz bir aşk hikayesini, değerli araştırmaları ve belgeleriyle bizlere Lüsyen'le sunmuş Can Dündar.

Kitap           LÜSYEN
Yazar          CAN DÜNDAR
Yayın Evi     CAN
Sayfa Sayısı  532

keyifli okumalar
pehito

6 Şubat 2014 Perşembe

SANA SÖYLÜYORUM, EVET SANA!!



Koş, koş, koş..
Yeni eve koş, yetmedi yeni araba al,
O da yetmez ev işlerine yardımcı, hadi olmadı olacak çocuğuna bakıcı da al!
Dur dur dur, 
Milli piyangodan para çıkar, hadi sen biraz daha dur!
İddia oynadım, bu sefer bana...
Bekliyorum ben ama aşk çalmadı kapımı hala!!
Kaçır, kaçır anı kaçır!
Ya sürüklen ya sürükle 
Bak canım zaman geçmekte..
Tadına var, an'ın tadına var!!

pehito


resim google'dan alınmıştır..

3 Şubat 2014 Pazartesi

LİRİK HAYAT



Peşinden sürüklendiğimin ne olduğunu bilmeden, koşuyorum parmaklarımın ucunda.
Dönüyorum iki kere kendi çevremde, pembe elbisem üzerimde.
İçimde küçük bir kız çocuğun coşkusu, kalbimde sahip olamadıklarımın korkusu.
Uçuş uçuş eteklerim, yoluma çıkan mavileri toplayıp yapıştırıyorum eteğimin ucuna..
Ellerimle uzanıyorum uçsuz bucaksız zamana, elime çarpanlara sahip olmak ister gibi, dokunuyorum onlara.. 
Uğultusunu duyduğum naif rüzgarın esintisiyle, terse dönüyorum. 
Şimdi peşinden koştuklarım, benim ardımda bana doğru koşmakta. 
Uzatmak istiyorum elimi onlara, 
Takılıp düşüyorum, kaybolduğum bir zamana.
Uzanıyordu ellerimiz ama hep ters yönde inatla ve bir gün;
Aniden karanlık gökyüzünde bir yıldız kaydı , bir şimşek çaktı, yağmur başladı ve ben üşüdüm, çok üşüdüm.
Ne pembe elbisem, ne de mavilerim yetmedi ısıtmaya.
Gecenin kuytusunda, bir şemsiyenin bana uzandığını gördüm, 
Koştum o mavi şemsiyenin altına, yağmurdan kaçarken ben AŞK'a tutuldum tam o anda!!

pehito