31 Mayıs 2013 Cuma

MELEK misin ŞEYTAN mı??

melek



Şöminedeki ateşi, attığım bir kaç odunla iyice alevlendirdim. Şöminenin hemen yanındaki siyah deri koltuğa dizlerimin bağı çözülmüşçesine yığılıverdim. Nasıl bırakacaktım 3 yıl dolu dolu yaşanmış anılarımı. Kabullenmek zorunda olduklarımdan, daha ağir geliyordu unutmaya çalıştıklarım.

Dün gibi aklımda onunla tanıştığımız gün. Sağanak yağmur vardı, gece saat 11 i geçiyor. Yağmurdan değil ama gökyüzünü aydınlatan şimşeklerden biri üzerime düşecek korkusuyla atıverdim kendimi, kapalı bir mağazanın tentesinin altına, elektiriklerde kesik göz gözü görmüyordu. Ta ki o bir çift parlak yeşil göz gözüme değene kadar. Öyle etkisi altına aldıki beni o gözler, gözlerimi ayıramıyordum. Kısa bir zaman sonra, şimşekler duruldu, çok geçmeden yağmur zayıfladı, elektrikler de gelince, o gözlerin sahibi de apaçık karşımdaydı. Tanrım bu zamana kadar gördüğüm en zarif yüz ve en zarif beden diye geçti aklımdan.

İkimiz, sanki zamanda, bizden başka herşey hareketliymiş gibi donup kalmıştık. Zamanın aktığını algıladığımda;

-Selam ben Ahmet.

-...

Cevap alamadığımda hayallerimden birini kuruyorum, diye düşündüm ya da o şimşeklerden biri benim üzerime düşmüştü ve ben cennet de bir melekle karşı karşıyaydım.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

İKİ KADIN, İKİ HAYAT



Merak ediyorum hayatımı hep dolmuşlara mahkum olarak mı geçireceğim. Belki de bunu sorgulamak için çok geç kaldım. Yanımızdan geçen siyah jip oldukça çekici görünüyor. Onun içinde olmak için; başka bir ailede, başka koşullarda Dünya'ya gelmem gerektiğini biliyorum.

Dolmuşa binen şu kadına bakar mısın, bahar gibi duruyor. Yüzü ne kadar aydınlık ve beyaz üzerine yeşilin, turuncunun ve kırmızının dağıldığı çiçek desenli pantalonu incecik vücudunun kıvrımlarıyla öyle uyumlu duruyor ki, ona bakıp özenmemek elde değil. Yüzü ne kadar aydınlık, beyaz tenine dökülen siyah kısa saçlarıyla etrafına huzur yayıyor. Gözleri öyle derin bakıyor ki, içinde yaşanmışlık şelalesi var gibi. Eşime dönüp baktığımda kadını, onunda fark ettiğini anlayabiliyorum.

Eşimin kucağında sıcaktan bunalmış bir yaşındaki minik kızım sürekli ağlıyor. Kadında dönüp dönüp bizi izliyordu. Rahatsız olmuş gibi değildi ama baktığını gizlemeye çalışmayarak kızıma, bana ve eşime bakıyordu. Ayağımın dibindeki oğlanlar da rahat vermiyordu. Sürekli "anaa çok sıcak" deyip duruyorlar, sıcağın ve mememde ki dört aylık veledin de bunaltıcı etkisinden, arada oğlanlardan birinin suratına okkalı bir tokat indirmek geliyordu içimden.

Dört çocuktan sonra bedenim eski diriliğini kaybetti. Daha 25 yaşında 50li yaşlarında ki bir kadının bedenine sahibim ama nede olsa iki oğlan doğurdum. Onlar bana yeter. Gerçi kocamın bana olan ilgisinde hiçbir değişiklik olmadığı gibi, doğumlardan sonra beni daha da arzular oldu.

Oysa bahar yüzlü kadın, 30' lu yaşlarına rağmen dipdiri görünüyor. Ve çok stressiz. Şu insanların yüzüne bakıp hayatlarını merak etme alışkanlığım çocukluğumdan bu güne sinsice büyümekte. Bunun ne önemi var ki, dört çocuklu çingene mahallesinde dünyaya gelmiş, kendim gibi çingene bir adamla evlenmiş hayatını çöp toplayarak, kirli beyaz çadırda; devam ettirmeye çalışan zavallı bir kadından başka bir şey değilim.

2

Oh şükür dolmuşa yetişebildim. Kaç yıl oldu dolmuş kullanmayalı, sanırım ilk arabamı aldığımda; bundan 15 yıl önceydi. İyi ki ailemle yaşıyordum o zamanlar, yoksa hayatta araba kredisi çekip o taksitlerin altına girmeye cesaret edemezdim. Şimdi ise ilk arabam hoş bir hatıra ve aynı arabayı, aylık maaşımın dörtte biriyle alabilirim. 

Arabamda bozulacak zamanı buldu, insanlar BMW X5  der, ay ne güzel araba der ama bunlar da bozuluyor işte. Gerçi zamanında bakıma götürmezsen, benim hatam da yok değil. 

Ooooo kuzum ne güzel bir bebek o öyle. Tombiş tombiş, ne kadar da sağlıklı görünüyor. Yavrucum sıcaktan nasıl bunalmış ağlıyor, kıyamam. Bizim çocuklarımızı böyle soyup cereyanda bıraksan hemen hasta olur. Genleri ne güçlü bir bebek. 

Babası da oldukça güçlü görünüyor. Kolunda ki kartal dövmesine yakışan güçlü bir duruşu var.

-Hadi biraz ilerleyelim.

Of işte unuttuklarımdan biri daha, insanları bu kadar sıkıştırmaları gerekli mi? Yok mu bu dolmuşların bir kapasitesi, insanlara dokunmasan olmuyor. Derin, kaybetme yüzündeki şu huzurlu ifadeyi, sen maskeli kadınların kraliçesisin. Hem şu kadına baksana nasıl vazgeçersin huzur maskenden. Kadına baksana deyince yine baştan aşağı süzdün insanları, şu bakışlarını gizleme işini halledemedin gitti. Iıııım kadının yüzü huzur maskesini takmayı kolaylaştırıyor.

Bu kadını gördükten sonra Latin güzelleri, güzelim demesin. Esmer teni dört çocuğa rağmen pürüzsüz ve incecik. Çıkık elmacık kemikleri yüzüne diğer yüzlerden farklı karakteristik bir ifade vermiş. Uzun siyah kirpikleri takma kirpiklerin yapaylığından uzak ve dolu dolu bakan iri ela gözleri "ben kadınım, ben buradayım" diyor. O gri çuvaldan bozma elbisesinin içinde bu kadar çekici görünmek için; yüzlerle estetik ameliyat geçirmem gerek, biliyorum. 

Yedi yıldır işten ve iş seyahatlerinden fırsat bulduğumuz her anı eşimle çocuk yapmayı deneyerek geçirmemize rağmen, bir çocuk yapamamışken bu latin güzellerini kıskandıracak çingene kadın dört çocuğuyla çok daha güzel görünüp, o kutsal mertebeye erişmiş. 

Üniversiteyi bitirip İngiltere de mastırımı tamamlayıp hemen işe başladım. Kariyer planımı yaptım, vücudumun bozulmaması için her gün düzenli olarak 1,5 saat sporumu yaptım. Benim gibi kariyer delisi bir adamla 10 yıllık bir evliliğim var. Evim, arabam ve yazlığım ama ruhumda; şu çingene kadının yüzüne yansıyan arınmışlıktan, eser olmayan zavallı bir kadınım.

pehito
kurgudur, hikaye

23 Mayıs 2013 Perşembe

YENİ KABULLERİM


Bazen hayatımızda ki her şey yenilensin isteriz, değişsin, baştan başlasın. Sıfır olsun önce, sonra yeniden yükselsin zirve yapsın isteriz. İsteriz ama sonra yeniden başlayanı beğenmeyip, yeni bir başlangıç daha olsun isteriz. Beğenmeyiz bazen, yeni gelen yeni olan değişimleri de beğenmeyiz. Bazen bir kayaya çarpmış gibi hissederiz kendimizi. IIII-ıııı deriz bu da değildi benim istediğim.

Yeni bir işe başlarız, yeni bir aşka başlarız. " Sonra; hayır istediğim bu da değildi " deriz. Peki bunu söylemenin bize ne faydası var. "Hayır bu da olmadı" demek kendimizi demotive etmekten, daha karamsar biri yapmaktan başka neye yarar?

Hayatımızda ki yenilikleri kabullenmeliyiz. Olumsuzlukları da kabullenmeliyiz.  Tıpkı olumluları kabullendiğimiz gibi. Bazen kötü gideni de sevmeliyiz ve bunu kendimiz için yapmalıyız. Yine kendi mutluluğumuz için. Sevmemek, beğenmemek bizi takıntılı biri yapmaktan başka bir şeye yaramaz.

Bütün bunları niye yazdığıma gelince; bütün bunlar benim iç sesim. Kendi kendime verdiğim telkin. Daha mutlu olmak, kendimi kabullenip daha çok sevmek için. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Sevgilerimle :)
pehito

21 Mayıs 2013 Salı

HAYATIMDA EN SON NE DEĞİŞTİ??


Karanlık bir çukurun içine düşmüş ve yapayalnız bırakılmış gibi hissediyorum. Gün içinde yanıma gelen kimseyle göz teması kuramıyorum. Biri gözlerimin içine baksa ben hemen gözlerimi onunkilerden kaçırıyorum. Omuzlarım eskisinden daha düşük ve belimde kamburum çıkmış gibi yürüyorum.

Topuklu ayakkabıların üzerinde cambaz gibi kilometrelerce yürüyen ben, düz ayakkabılarla bile vücudumu dik tutmayı başaramıyorum. Eskiden konuların mimarı ve kanaryayı kıskandıran kahkahaların sahibi ben; kimseyle konuşmak ya da yapılan esprilere kahkahalarımla eşlik etmek istemiyorum.

Biliyorum abartıyorum belki de. Sanırım bunun adı; Güvensizlik. şu son bir aydır dibe vurmuş gibiyim. Çevremdeki herkes bunun farkına varıyormuş gibi geliyor. Dokunduğum, temas ettiğim herkes. Ne zaman başladı bu kambur yürümeler, göz teması kuramamalar ve mutsuzluk hissi. Gittiğim psikolok son bir aydır hayatımda değişen herşeyi gözden geçirmemi istedi.

Kendimi içsel anlamda sorguluyorum. Düzenli ilişkim hala düzenli devam ediyor. Faturalarımı ödeyecek ve hobilerime ayıracak kadar paramı da kazanıyorum. Ailemin sevgisi ve ilgisi hep üzerimde. Peki öyleyse ne?

Salanumun geniş duvarı hala kahve ve bordonun iç içe geçtiği rengi taşıyor. Antikalarım olması gereken yerde. Beyaz koltuklarım hala beyaz. Ve babaannemden hatıra altın varak ayna hala girişte asılı.

Tabi yaa!! Yatak çok önemli. Son bir ayda hayatımda değişen tek şey, arkadaşımın tavsiyesi üzerine aldığım, şişme yatak. Sanırım en kısa zamanda bir ortopediste görünmeliyim.

Sevgiler
pehito
sadece kurgu :))

18 Mayıs 2013 Cumartesi

SONSUZ ŞİİR

Arkadaşım Eda'dan. Ben çok beğendim, sizlerle de paylaşmak istedim..
:)



Biz Birdik seninle.
Elde vardı sıfır, yanımıza aldık,
Ona yürüdük.
Hiçliklerimiz de çoğaldıkça, bir sıfır daha yaptık kendimize,
canımızın simidi niyetine.
Yüzdük,
Yüz yüze, yüze yüze büyüdük.
Bindik sonra, dört nala koşan atın nal tıkırtısında..
Çoğaldıkça sıfırlarımız, o kadar katlandık..
Çarpıldık sevdamızda sonsuz olduk.
Biz seninle Bir olduk.
Elde vardı sıfır, o da sonsuzluğa yolluk...

Eda Mutlu

16 Mayıs 2013 Perşembe

EMPATİ SEMPATİ


Bugün altımdaki personeli yanıma çağırdım. İçimde dolunayın bana yüklediği negatif enerjiyle biriktirdiğim öfkeyi, evrakları düzenlerken yaptığı çok da büyük olmayan hatayı bahane ederek yüzüne vurmak için avuçlarımı ovuşturmaya başlamıştım bile.

Vücuduna yapışan beyaz gömleği ve altına giydiği siyah skinny pantolonu ve her daim düz fönlü olan siyah saçlarıyla karşıma dikildi. Her zamanki gibi çok bakımlı ve güzel görünüyordu. Yine nar çiçeği ojelerini tercih etmiş, dudaklarını daha belirginleştirecek pudra rengi dudak kalemini ve pudra rengi rujunu tercih etmişti. 

Yanıma gelip; kocaman ela gözlerini gözlerime dikip "evet Metin Bey beni çağırmışsınız" dediği an yine bu genç güzel kıza kayıtsız kalamadığımı anladım. Evrakların hesabını soramayacaktım, hatta ağzımı açtığım an kekelemeye başlayacaktım. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım.

Bu sefer sorgulayıcı bakışlarla birazda rahatsız olarak "Metin Bey" deyiverdi kadife sesiyle. "Bu akşam mesaiye kalıyorsunuz Melis Hanım" aman Allah'ım birden dudaklarımı terk etmişti bu cümle. Görevimi kötüye kullanıyordum ve sonunun ne olacağını da bilmiyordum. "Tamam efendim" deyip çıkıverdi odadan. 

Saatin altı olmasını yeni ergenler gibi bekliyordum, Kalbimde artık unuttuğum çarpıntılar yıllar sonra yeniden başlamıştı. Sırtımı iyice sandalyeye yasladım, ofisime taşınır taşınmaz odama ilk getirdiğim Atatürk portresinin camından yansıyan silüetime gözüm takıldı. 55 yaşımı gözümün içine sokan, iyice belirginleşmiş kaz ayaklarım ve oturmanın da önüne geçmiş yüz hatlarıma bakıp "ne yapıyorsun Metin, bütün hayatını tehlikeye atıyorsun" demekten kendimi alıkoyamadım.

Sonunda akrep altıyı, yelkovan on ikiyi gösterip bana Melis'i müjdelemişti. Kapı açıldı ve gençliği bütün hücrelerinden fışkıran Melis içeri girdi "Metin Bey nerede çalışacağız?". 
"Dışarı çıkıyoruz" dedim. Melis sorgulayan gözleriyle bana baktı ama tek kelime etmedi. Loui vuitton çantasından iphonunu çıkarıp bir kaç dokunma hareketinden sonra yine o kadife sesiyle; "sevgilim ben bu akşam mesaiye kalacağım, Metin Bey'le. Beni merak etme, seni seviyorum" deyip telefonu kapadı.

O an ilk aşkım beni terk ettiğimde ki gibi hissettim. Biri gelip elindeki iğneyle kalbimi boydan boya çizmiş ve kalbimdeki bütün kan dışarı akıvermişti. Birlikte dışarı çıktık ve müdür olduktan sonra şirketin bana verdiği Ford Mondeo'ma oturup, yola koyulduk. Melis'in derin sessizliği beni ve muhtemelen benim sessizliğim de onu iyice germişti. 

Daha önce arkadaşlarımın kaçamaklarını anlattıkları zamanlardan aklımda kalan şehir dışında ki bir restorana doğru yola koyuldum. Oldukça şık ve pahalı bir yerdi. Restoranın önüne geldiğimizde arabadan hemen inip Melisin kapısını açmak için koşturmaya başladım. Ama Melis arabadan çoktan inmişti. Sessizce restorandan içeri girip garsonun bize yer göstermesini bekledik. İki kişilik bir masaya doğru garsonun arkasından ilerledik. Ben gözlerimi Melis'in bedeninden ayıramıyordum. Bu benim mantığımla vedalaştığım ender anlardan biriydi.

Masaya oturduk. Melis eline menüyü aldığında ben onu izlemeye başladım. Öyle zarif, öyle narindi ki "hayır hayır ben asla yanlış bir şey yapmıyordum. Kim olsa benim yerimde aynı şeyleri hissederdi". O ince narin parmaklarına dokunmamak için kendimle savaşıyordum ki telefonum çaldı. Kapatmayı unutmuştum.

Ekrana baktığımda arayanın büyük kızım Aslı olduğunu gördüm. Amerikada'ydı ve saat farkından dolayı belli saatlerde zar zor görüşüyorduk. Telefonu açtım;

-Canım babacığım, nasılsın seni çok özledim.

O an gözlerim Melis'in gözleriyle buluştu ve onun babasınınkilerle...

pehito
kurgu hikaye

15 Mayıs 2013 Çarşamba

AŞKIM, KÖPEĞİM VE BEN!!


Şimdi gözlerimi kapadım. Deniz kenarında sahile uzanan verandamın üzerindeyim. Üzerimde ince yazlık beyaz elbisem, kollarımı iki yana açtım. Okyanus dansını yapıyorum.

Nasıl mı; Bırakıyorsun kendini denizdeki dalgaların sesine ve havada ki hafif rüzgarın boşlukta çıkardığı sesi dinliyorsun. Vuhuuuuu :) Önce sallanıyorum iki yana ve dönüyorum kendi etrafımda. Salına salına sekiyorum tahtaların üzerinde.

Heeeeyy kimi görüyorum; Boni'de bana eşlik etmeye gelmiş. Boni benim köpeğim. Eteğimin ucunu dişleriyle çekiştiriyor sonra benden öpücüğünü alıyor ve o da başlıyor okyanus dansına. Biz bu dansı güneşi uğurlarken yapıyoruz. Ve yakışıklı sevgilim sesleniyor, sana göre yakışıklı olmayabilir benim için Dünyanın en yakışıklı adamı; ne de olsa ona aşığım, hem de deliler gibi.

Deli gibi aşk? Nasıl oluyor deme. Aklını yitirmişçesine, onu elinden kolundan ayırmaksızın yaşadığın aşk. Yine o muhteşem akşam yemeklerinden birini hazırlamış. Boni'yle birlikte sekerek gidiyoruz yanına. Doluyorum sevgilimin boynuna kollarımı, okyanustan aldığım sonsuz enerjimi onun dudaklarıyla paylaşıyorum.

Seviyorum onu, köpeğimi de seviyorum. Akşam yemeklerimizi de seviyorum. Ve en çok hayal etmeyi seviyorum, ne de olsa hayal etmek bedava :))

pehito
kurgu hikaye

14 Mayıs 2013 Salı

KIRMIZI RUGAN AYAKKABILARIM


Nedendir bilinmez, mutluluğun resmi dendiğinde çocukluğumuz ya da çocukluğumuza ait bir şeyler konur masanın üstüne. Bir bisiklet, bir araba, bir bebek. Pahada az, maneviyatta büyük şeyler.

Ben mutluluk deyince rugan ayakkabılarımı hatırlarım. Bilincimin oluştuğu zamana ait hatırladığım, o küçük ayaklarım için alınmış kırmızı rugan ayakkabılarımı. Kokusu burnumda, öyle keskin ki hatırlıyorum. Bir gecemi onunla kucak kucağa geçirdiğim, minik ayaklarım için alınmış o küçük kırmızı ayakkabılar benim yatağımda, başımı koyduğum yastığımda benimle birlikteler.

Annemler odanın ışığını kapatır kapatmaz anlaştığımız gibi çıkmışlardı yatağıma, öpücüklere boğmuştum al al yanaklarını. Fısıltıyla sohbet etmiştik, söz vermiştim onu hiç unutmayacağıma, "kızıma vereceğim seni, o da en az benim kadar sevecek diye söz vermiştim ona." Ayaklarımı içine zorla sığdırmaya çalıştığım günü hatırlıyorum, ne çok yalvarmıştı "yapma canımı acıtıyorsun, yeter artık zorlama!!!, ben de istemiyorum senden ayrılmayı" deyip o parlak ruganında küçük bir çatlak açmıştı, anlamak için çok geç kalmıştım onu ve yorgun düşürmüştüm belliki. Veda zamanıydı artık ve benim onu kaldırma zamanım gelmişti.

Anemin kumaşlarınnın arasından aşırdığım bir paçavraya sarıp, krem rengi bir kutuya hapsettim onu engel olamadığım gözyaşlarımla. Sonra da karyolamın en dip köşesine zamanı geldiğinde çıkarmak üzere iteledim.

Yıllar yılları kovaladı kırmızı rugan ayakkabılarımın üzerine niceleri alındı, o kutusuyla kayboldu anısı taptaze burnumun ara ara titreyen direğinde saklı kaldı.

Sizin çocukluğunuza ait unutamadığınız eşyanız hangisi??

pehito

13 Mayıs 2013 Pazartesi

GERÇEKLER ACITIR!!!


Yine mi seminer, son dakika haber veriyorlar. Koşuşturmaktan nasıl terledim. Iıııh kokmuyorumdur umarım, sanmam. Daha bu sabah duş aldım; deodorantımı ve yeni aldığım Dior Addict parfümümü sabah üzerime resmen boca ettim. Hem ne zaman koktum ki ben. Dur düşünüyorum.

Hımm lisede harçlığımı almadığımı son anda fark ettiğim ve 15km yolu yürümek zorunda kaldığımda. Bizim apartmanda oturan üniversiteli Ahmet'le kapıdaki ilk karşılaşmamızın olduğu gün. İnsan koktuğunun ancak böyle unutulmaz yapabilirdi zaten. Apartmanımıza taşınalı iki hafta olmuştu. O eşyaları taşırken ben onun ve benim olduğum hayal dünyasına derin bir giriş yapmıştım bile. İlk kaşılaşmamızda benim mahcup selamıma aldığım yanıt "ııııyyy ne yedin sen, hiç mi banyo yapmazsın" olmuştu. Yerin dibine işte benim o gün geçtiğim gibi geçilirdi. Ama sonrası "Meltem adın gibisin, yanımızdan esip geçiyorsun. Sen geçiyorsun, mis kokun baki kalıyor" olmuştu.

Yaaa ne günlerdi. Hah açılış konuşması başladı, ne kadar da uykum var. Gece uyutmadı ki velet. Çocuğun mu var, derdin var. Yani güzel tabi ama bazen zor. Her sabah 06.30da kalkmak zorundayım ve  bütün geceyi uykusuz geçirsen de, kalkıp sabahın köründe işe gitmek zorundasın. Bir de geldi beş yaşına hala "ayağında salla beni anne". Bacaklarımı hissetmiyorum hala. Evet şimdi konunun uzmanı çıktı. Umarım uykusuzluğuma yenilmem. Neyse çok sıkılırsam ıphone'umdan gelen maillerime girerim. Tweet atarım, facebook'a bakarım. Sonuçta ne yaptığımı sadece ben bileceğim.

Yani kırk yaş zor diyorlardı da inanmıyordum. Bütün hastalıklar bu yaşta başlıyor. Şeker, kolestrol ve şu yanımdan ayırmamaya alışamadığım, yakın gözlüklerim. En iyisi doktorun dediği gibi yakın-uzak bir arada alayım gözlüklerimi. Neredeyse telefonumla arama bir metre koydum ama yok anacım göremiyorum yinede. Gözlerime kürdan takıp dinlemeye çalışayım adamı. O da ne? Yılmaz Erdoğan mı sahnede? Aaaaa yok değilmiş ama bu ne benzerlik. Bu adamdan tıpla ilgili bilgileri dinlemek ilginç olacak. Acaba ne zaman şiir okumaya başlayacak. Gözlerimin içine bakıp, şiir okumaya başlasa;

bir beyaz kağıda 
her şey yazılabilir 
senin dışında 
güzelliğine benzetme bulmak zor 
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan 
her şeyden 
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor 
belki tabiattadır çaresi 
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin 
ve benim 
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim 
anlarım bitkiden filan 
ama anlatamam 
toprağın güneşle konuşmasını 
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla


Menopozumun yaklaştığını hissettiğim ve zor kabullendiğim çizgilerimin üzerine iyi gidebilirdi bu şiir. Gerçi biricik işiyle çok meşgul eşimden dinlesem, yıllar sonra çok daha anlamlı olabilirdi. Aaaa şimdi hayal ettim de dizlerinin üzerine çökmüş elinde bir adet beyaz papatya, kesinlikle beyaz papatya. Bilir benim en sevdiğim çiçeğin o olduğunu, bilir de akıl edip almaz. Yirmi yıl olunca böyle mi oluyor evlilikler.

Düşünüyorum, böyle değildik eskiden. Nasıl aşık bakardık birbirimize, gören kıskanırdı. Yaaa hep diyorum bir nazar muskası yaptıralım diye ama ona batıl geliyor böyle şeyler. Bana da öyle gelirdi aslında, yaşlanmak orta yaşı geçmek, böyle bir şey sanırım.

Ooohh Yılmaz Erdoğan sırasını savdı. Bu kez bir avukatı taktim ettiler. Daha çok bir opera sanatçısı tipi var kendisinde. Üzerinde siyah takım elbisesi, geniş göğüs yapısı, dağınık kestane rengi siyah saçları, her an dışarı fırlayacakmış gibi görünen gözleri, sanırım guatrı var. Guatr hastalarının gözleri öyle oluyor, bu bilgiye ne ara sahip oldum hiç bilmiyorum. Aman Allah'ım böyle bir adamdan beklenmeyen ince tiz bir ses. Tamam pes ediyorum, kaçtı bütün uykum. Zaten kulaklarımı tırmalayan böyle bir ses de, uyumam pek de mümkün değil.

Nasıl oluyor da bir beden bu kadar zıtlıklardan oluşuyor. Biz çevremizdeki zıtlıklara katlanamazken, bir beden dünya kadar zıtlık bulundurabiliyor. Zıtlıklar, ne güzel bir kelime. Biri olmadan diğeri var olamayacak, varlıkları hep birbirine mahkum zıtlıklar. Yani düşünüyorum eşimle benim gibi.

Ben çok konuşurum, o gerektiğinde. Arada da "Melteeem tamam" bu ondan duyabildiğim en uzun cümle. Abartıyor olabailirim ama şu an için hissiyatım bu. Sanırım gece kalkmadığı için olabilir sinirim. Ne olurdu biraz da o baksaydı oğlana. Bu kadar uykusuz olmazdım. Sonuçta ben tek başıma yapmadım ya bu çocuğu. Ahaaa bir de neymiş efendim "sabah işe gidecekmiş" hayır sanki ben sabah diskoteğe gideceğim. Bu arada kaldı mı diskolar. Ondan da haberim yok.

Yok yok Meltem gerçekten yaşlandın kızım sen. Diskotek falan, ununu eledin eleğini astın. Baksana yirmili yaşlardaki gençler bile Meltem Teyze diyor sana. Yaaa ben ne zaman taktım yaşlanmaya bu kadar. Yani yaşlandıysam da kırk yıllık hayatıma; bir müdürlük, bir çocuk, bir eş ve güzel dostlar sığdırdım.

Efendim, ne oluyor yaaa???

-Melteeeeemm!!! Kalk hadi okula geç kaldık, sınav var, hadi ama.

Ne yani her şey rüya mıydı??

pehito
kurgu hikaye

KALBİNİ KARARTMA



Amaaaan koltuklara sığmıyorum. Ama olsun ben böyle de mutluyum. Aklım kalacağına bir dilim pastada, indirdim afiyetle mideme. O da beğenmedi yerini, yağ olup eklendi; göbeğime kalçama.

Piiiişşşştt görüyorum seni bana bakıp fısıldıyorsun, farkındalığım senden daha fazla biliyor musun? Bu beden bana ait, sen ne dedikodumu yapıp duruyorsun? Belki bana bakmak yerine izleseydin biraz kendini, sen de görecektin KARARMIŞ kalbini.

pehito

11 Mayıs 2013 Cumartesi

RUHUM RENGARENK



Sertap söylüyor "oldum renga rengarenk" kafamda şarkının sözleri, yollarda ben. Sağıma dönüyorum sarılar maviler, soluma dönüyorum kırmızılar, yeşiller. Yooo çiçeklerden bahsetmiyorum. Bahsettiğim insanlar. Üzerlerindeki giyside değil. Bahsettiğim; ruhları.

Kim şikayet ediyor o renkli ruhlardan, bazen biri aurasını yayıyor tüm çevresine, oluyor kırmızı ruh, bazısı aman ne uyumlu; oldu mu o da yeşil ruh. Bazısı baktığın an seni geriyor, geliyor gergin gergin  sarı ruh. Kimisi kapatmış tüm kapılarını; işte o da siyah ruh. Bazen diyoruz ne sahtekar, yalanmış dostluğu; o da gri ruh. Her bir ruhtan bir tanesi dokunmuş bana da.

Veeeee dinliyorum kafamdaki şarkının sözlerini; düşünüyorum da seviyorum her bir rengi. Kim tek çeşit ruhların olduğu hayatı yaşamak ister. Ben değil, hayatım tek düze olsun istemiyorum. İyi ki iyiler kadar kötüler de var ki ben iyileri fark edebiliyorum. İyi ki her ortama göre kılık değiştirenler var ki ben her daim aynı olan ruhların değerini biliyorum. İyi ki kırmızı kırmızı gezen ruhlar var ki, mavi daha gerçek biliyorum.

Veeee herkesi seviyorum. Her renk ruhu. Hayat onlar, hayat rengarenk, öyle de olmalı.

Sevgilerimle
pehito