Dört farklı hayatın birbirinin içine geçtiği, başlarda hayatları birbirinden bağımsız ve ayrı dünyaları olan dört kadının bir örgü dükkanında hayatlarının kesişmesini ve birbirlerinin hayatına motif gibi işleyişlerini akıcı bir dille anlatan Debbie Macomber'in Küçük Mucizeler Dükkanı adlı kitabının son sayfasını da okuyup, kitapla vedalaşıyorum.
Her okuduğum kitapta olduğu gibi kendime en yakın karakteri seçip, o olduğum kitaptan, bir şeyler alarak veda ediyorum bu kitaba da. Kahvemin soğumasına aldırış etmeden son bir yudum daha alıp, arkama yaslanıyorum. Duvarımda asılı iki tablo ve aynanın beni her zaman rahatsız eden simetrik olmayan duruşundan bu kez hoşlanıyorum.
Onların duvardaki asimetrik duruşunun benim için, tabloların güzelliğinin önüne geçtiğini düşünüyorum. Duvarımda ki meyveli tabloya elimi uzatsam meyveleri gerçekten tutabilecekmişim hissini sanki ilk kez yaşıyorum. Rus ressama ait diğer tabloyu ilk kez görüyormuşum gibi bakıyorum ve Osmanlı saraylarında ki üç cariyenin resmedildiği yağlı boya tablonun salonuma verdiği havayı ruhumun derinliklerine yolluyorum. Az sonra saçma bir tebessümün yüzüme yerleştiğini fark ediyorum. O iki tabloyu yeni almışım ve dünyanın en güzel iki şeyine sahipmişim gibi hissediyorum.
Tek tek hayatımdaki düzensiz ve simetriyi bozan şeyleri düşünüyorum ve her birinin arkasına saklanan güzelliği keşfediyorum. O an anlıyorum ki
hayatın güzelliği; nereye baktığınla ilgili değil, oraya nasıl baktığınla ilgili.
Sevgilerimle
pehito
:)