28 Aralık 2013 Cumartesi

SEN ONA SAKIN İNANMA YA DA İNAN SEN BİLİRSİN!!


Bir varmış, bir yokmuş diye başlamış masal. Tıpkı diğer masallar gibi, en başından müjdelemiş aslında; "Heeey fazla sevinme, kısa sürecek bu da bir yerde bitecek" demiş ama Esas Kız, kendini öyle kaptırmış ki masala, sonuna hazırlıksız yakalanmış.

Esas Kızın bir derdi varmış. Açmış Esas Kız, çok aç. Bu bizim bildiğimiz açlıklardan değilmiş tabi. Sevgiye açmış, gerçek dokunuşlara, sevilmeye, sevmeye açmış. Yıllar önce daha yeni genç kız olmuşken, başına gelenler yüzünden kapamış kapılarını da o yüzden açmış. Korkuyormuş Esas Kız erkeklerden, tekrar aynı şeyleri yaşamaktan korkuyormuş.

O korku kalbinin derinliklerinde bir yerlerde saklanırken, Esas kız ülkesinde her zamanki normal rutininde işlerine devam ediyormuş. Gel zaman git zaman ama bir yerde dur zaman derken bir gün, dağların ardından, güneşi arkasına alarak, bembeyaz bulutları da peşinden sürükleyerek; o muhteşem, görkemli atıyla Beyaz Atlı Prens gelmiş. Esas kız onu görür görmez başka şeyler hissetmiş. Bedenine başka, ruhuna başka, kalbine başka gelen şeyler. Kalbine bir serçe konmuş, karnına misafir kelebekler gelmiş, nefesi tıkanacak gibiymiş neler olduğunu anlamadan ülkesinde unuttuğu duygularla dolanır olmuş.

Esas Kız; artık güne prensle başlayıp, prensle veda ediyormuş ve bir yandan geçmişi hatırlıyormuş. O karanlık günü, sevgilim dediği kötülükler ülkesinin baş veziri Karanlık Adamın ona yaptıklarını hatırlıyormuş ya da zaten hiç unutamıyormuş o geceyi. Onu ülkenin kalpsiz ama güzel prensesiyle yakaladığı günü hatırlamış. Ruhunda bıraktığı geri dönülmez hasarı ve güvensizliğinin nedenini hatırlamış ve bu yüzden yüreğindekilere inat uzak durmuş prensten.

Beyaz Atlı Prens aldırmamış Esas Kızın bu hallerine. Çok özel yaklaşmış ona. Ruhunu okşayan, kalbine dokunan cümleleri uçuşuyormuş ortalıkta. Esas Kız kendini teslim etmek istiyormuş Beyaz Atlı Prense ama geçmişi bir türlü izin vermiyormuş rahatlamasına. Her gece söz veriyormuş kendine yarına onunla başlamayacağım diye ama Beyaz Atlı Prensten gelen her güzel sözle ya da ne güzel sözü, beyaz atlı prens "günaydın" dese o kelime büyüyüp devleşip gökyüzünde yıldız oluyor, ışıl ışıl parlıyormuş Esas Kıza. Bütün bunların karşısında Esas Kızda vazgeçemiyormuş Beyaz Atlı Prensten.

Hem korkudan, hem de yıllar önce kapadığı kapılarını aralayan Aşktan çarpıyormuş minik kalbi. Aşkı bazen şen kahkahalara, bazen göz yaşlarına dönüşüp taşıyormuş Dünya'ya. Esas kız karar vermiş, tüm zincirlerini kırmış. Kendine yasakladığı hislere açmış kapılarını sonunda ve o iki yasak kelimeyi söylemiş Beyaz Atlı Prense; "SENİ SEVİYORUM" demiş bir çırpıda. Zaten gözlerinde pınar oluyormuş aşk, tutamıyor akıyormuş Dünya'ya.

Ve birden; gök karamış, kara kara bulutlar sarmış her yanı, şimşekler düşmeye başlamış yeryüzüne. Esas kız küçülmüş küçülmüş, minicik olmuş. Beyaz at; siyaha dönmüş. Prens; çirkin bir yaratığa dönüşmüş. Her yerde çirkin yaratığın kahkahası ve o kirli cümleleri yankılanmaya başlamış. "HAHAHAHAHAH her şey benim EGOM içindi. Seni de kandırdım, diğerlerine yaptığım gibi. Ben ne zaman zayıflasam atım beyaz olur, ben de bir prense dönüşürüm, sonra saf bir kadının Aşkını emer eski gücüme kavuşurum. HAHAHAHAHAH seni de kandırdım. Şimdi ÇOOOOOOK GÜÇLÜYÜM!!!!!!!!!!!!" diye adeta kükremiş.

Esas Kız ağlamaya başlamış, içinden sessiz sessiz ağlamış, gözünden iki damla yaş akmış. Biri aşk için diğeri güven için. Ağladıkça büyümüş, büyümüş. Çirkin yaratığın boyunu geçmiş, yaratık onun yanında küçücük kalmış. Sonra Esas Kız anlamış; ben tüm kötülüklere inat temiz, saf duygularımla ve AŞKLA yaşamalıyım hayatı demiş...

Bu hikaye de burada bitmiş. SON
kurgu, hikaye
pehito

19 Aralık 2013 Perşembe

ARKANI DÖNME (9. bölüm)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla.


Oyuncaklarımla oynamayı, onların neden yapıldığını anlamaya çalışırken bırakmıştım. Bir dönemim nereden geldiğimize o kadar takılmış geçti ki, o dönem ki hayatım hep başka bir boyutta geçti. Her şeyin içinde kendimi arıyordum, kendi içimde benden izler bulamayınca kafamı başka şeylere çevirmeye başladım. Elimin dokunduğu ama en önemlisi ruhuma dokunan şeylere baktım içinde az biraz ben var mıyım diye.
Emindim bir yanım eksik gidiyordum ve öyle kararlıydım ki eksik parçamı tamamlayıp yoluma devam etmeye ve işte O'nu o günlerden birinde tanıdım.

Sırlar Dosyası: 2. gün

O dediği kimdi, neden bu güne kadar haberdar değildim O'ndan. Daha fazla devam edemeyecektim. El bilgisayarını, Selin'in "değil, değil, bu hiç değil" deyip aralarındaki farkın ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım ama onun çocuk gibi neşelenerek aldığı "evet, kesinlikle burada durmalı" dediği ve kahverengi duvarın önüne koyduğumuz krem rengi ketenle kaplanmış chester kanepeye bırakıp, mutfağa gittim.

Annem Kayra'ya yemek yedirmek için tüm oyuncakları masanın üzerine dökmüş, işe yaramayacağını anladığında da mavi küçük bir kaseye su doldurmuştu. Kayra'nın, elini kaseye sokup tüm mutfakla birlikte kendini de ıslatmasına izin vermiş, çaresizce ağzına bir kaşık çorba verebilmek için uğraşıyordu.

Bir an azmine hayranlıkla baktım ama "Selin burada olsa, asla böyle bir şeye izin vermezdi" demekten de kendimi alamadım. İstemsizce, bir anda çıkmıştı ağzımdan kelimeler. Annem çaresizce iç geçirdi ve yüzüne ona ait olmayan bir tebessüm yerleştirmeyi başardı.

-Sana da çorba vermemi ister misin?
-Hayır anne, bir kaç telefon görüşmesi yapmam gerek.
-Kiminle?
Aslında umurunda olmadığını biliyordum ama hayatın neresinde olduğumu merak ettiğini de. Bu soru da bu yüzden sorulmuştu.
-Önce yayın evini arayıp, romanın gecikeceğini söyleyeceğim. Sonra da doktoru arayacağım.
İşte tam o an, yüzünde ki emanet gülümseme yerini kaygılı gözlere bıraktı.
-Ne doktoru?
-Selin'in doktoru, Sinem Hanım.
Eminim o an bana yüzlerce soru sorabilir, tıpkı çocukluğumda ki gibi ifademi alabilirdi ama yapmadı. "Tamam canım." dedi ve zor görevine geri döndü. Kayra o bir kaç cümlelik arayı oldukça iyi değerlendirmiş bir kase suyu yere boşaltmıştı. Annem sanki hiçbir şey olmamış gibi kaseyi yeniden suyla doldurup "uçak geliyoooooor" dediğinde, ben mutfaktan çıktım.

Çoğu zaman çalışmak için bazen de Selin ve Kayra'dan kendime kaçtığım anlarda duvarı ve mobilyaları bembeyaz, evde kendi zevkime göre döşenmiş tek yer olan çalışma odama girdim. O'nu düşündüm. Selin'in hayatına girmiş, benim haberdar olmadığım O'nu. Yayın evini arayıp gecikmeyi bildirdim ve Sinem Hanım'ın numarasını tuşlayıp, her zaman beşe kadar sayıp kapadığım arama sesinin ilkini duydum. 1-2-3-4-...

9.bölüm sonu
pehito
kurgu,hikaye

EN SEVDİĞİM, MİM



Eveeeet yeni bir mimle karşınızdayım :) Sizi yeniliklerden haberdar eden, hayallerini hikayelerle yazıya döken şeker mi şeker Ahu Kız'ın yazarı Ahu Kader ve şu aralar meşguliyetinden ve hastalığından ötürü bizleri ihmal eden (biraz sitem edeyim dedim ;)) çekik gözlülere ülkemizi tanıtan, onlarla yaptığı keyifli gezileri anlatan, kitap tanıtan MyReal'in yazarı dünya tatlısı Aslı Yılmaz'da aynı sorularla beni mimlemiş.
İkisine de çok teşekkür edip cevaplara geçiyorum.
:)

1- En sevdiğin renk?
Kesinlikle SİYAH.

2-En sevdiğin çiçek?
Hepsi, ayıramıyorum. Gerçekten her çiçeğin ayrı rengi, ayrı dokusu var ve ben hepsini seviyorum.

3-En sevdiğin yemek/sebze/içecek?
Eheheh kara lahana sarması/kara lahana sarması/kesinlikle su.

4-En sevdiğin yerli/yabancı müzik?
Halil Sezai'den DOLUNAY/ Şu sıralar Rihanna DİAMOND

5-En sevdiğin komedyen?
Dedem. :)

6-En sevdiğin kız/erkek ismi?
Kız: Derin
Erkek: Görkem

7-En sevdiğin kitap?
Tanrı'nın Doğum Günü
Burak Özdemir

8-En sevdiğin yerli/yabancı oyuncu?
Kıvanç Tatlıtuğ. Neden olduğunu açıklamama gerek yok sanırım. :)

9-En sevdiğin yerli/yabancı filmler?
Açlık Oyunları, Yeşil Yol, Babam ve Oğlum...

10-En sevdiğin yerli/yabancı dizi?
Dizi izlemiyorum. En son Lost'la bıraktım.

11-En sevdiğin yerli/yabancı şehir?
Önce memleketim, sonra İstanbul.

12-En sevdiğin gazete/gazeteci?
Sözcü gazetesi ve gazetenin yazarları dışında Yılmaz Özdil, Bekir Coşkun.

13-En sevdiğin Mevsim/gün/ay
Yılı da yazayım mı? Sanki otobiyografimi yazdırıyorsunuz gibi hissettim :)
Dört mevsim/sevdiklerimle birlikte olduğum her gün/12 ay
;)

14-En sevdiğin kıyafet/kıyafet tamamlayıcı/aksesuar?
En çok bu senenin modası deriyle karışmış kumaştan taytlarımı/kıyafeti saç ve makyaj bir de yüzünden eksik etmeyeceğin gülümseme tamamlar diye düşünüyorum/kızım benim en güzel aksesuarım.
:)

15-En sevdiğin makyaj malzemesi/bakım ürünü?
Rimelim olmazsa olmazım/nemlendiricim.
:)

16-En sevdiğin çizgi karakter?
Kayıp balık NEMO :)
Unutuyor ve çok iyimser :)

17-En sevdiğin anı?
Kızımı kucağıma aldığım an, unutulmaz ve tarif edilemez güzellikte bir andı.
:)

18-En sevdiğin özelliğin?
İşte, olduğum gibi her şeyimle seviyorum kendimi. İnsan bir yanından memnuniyetsiz memnuniyetsiz yaşayamaz ki hayatı.
:)

19-En sevdiğin his?
Kuzucuğuma sarıldığım an hissettiğim duygu paha biçilemez.
:)

20-En sevdiğin canlı?
İçinde sevgiyi bulabileceğim her canlı.
:)

Mim için çok teşekkür ediyorum. Bu kez kimseyi mimlemiyorum, isteyen herkes cevaplayabilir ben de zevkle okurum.
:)

Sevgilerimle
pehito

16 Aralık 2013 Pazartesi

BİZ ORADA MUTLUYDUK



Müge İplikçi'nin Gezi direnişini konu aldığı bir kitaptır. 1985-1992 yılları arasında doğmuş, Gezi direnişine aktif olarak katılmış, gece orada kalan, biber gazını solumuş, tazyikli suya maruz kalmış gençlerle yaptığı söyleşileri yayınladığı kitabında; katıldığınız görüşler olacaktır, katılmayacağınız görüşlerde ama şuna eminim kendinize kattıklarınız da olacaktır.

Apolitik olmak ne demek, LGBT üyelerinin gezide ki varlığı, Gezi direnişi neyi değiştirdi, insanların kafasında hangi tabuları yok etti, yeni yeni hangi düşünceleri belirledi. Gözümüzden kaçanlar ya da tanık olduklarımız her şey var. Okurken bazı yerlerde kendi kendime tepkiler verdim, bazen de belki ben de biraz böyle bakmalıyım dedim. Sanırım sizin için de böyle olacak.

Yayın Evi:
Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.
Yazar:
Müge İplikçi
Sayfa:
412

keyifli okumalar
pehito

15 Aralık 2013 Pazar

AŞK


Uğruna usanmadan şarkı bestelenen, şiir yazılan, sözler söylenen tek olgu AŞK.
Daha nice kalpler kırılacak senin için,
Niceleri ağlayacak aşk aşk diye,
Nice uykusuzluklar senle geçecek..
Ama asla vazgeçilmeyecek..

pehito

ÇOCUKLUK AŞKIM



Hep mutsuz olmasın AŞK!

Benim içim kıpır kıpır, hiç büyümedim, 
Hala yaramaz bir çocuğum, boş sokaklarda koşan.
Güneş'e sabah, Ay'a gece diye bakan.
İnsanlar birbirini sevsin diye yaratılmış, her daim buna inanan.
Savaşa inanmayan, kardeşliği dostluğu Dünya sanan.
Oynamak istiyorum şimdi çocukluk aşkımla,
Beni hiç yadırgamasın, o da bana katılsın.
YALAN DÜNYA'ya inat, hep aynı masumiyetimizle,
O da büyümesin, hep çocuk kalsın...


pehito

ÖZÜR DİLERİM, HEM DE ÇOK DİLERİM!!!



Daha çocuktum, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyordum. Ya da yeni yeni öğreniyordum, diyelim. Büyüklerime saygılı, küçüklerime sevgili bir yetişkin adayıydım ama herkes gibi ben de insandım ve yanlış yapacaktım nitekim de yaptım.

Annecim, önce senden özür diliyorum, "pehito yemez" dediğin halde senin gözlerinin içine baka baka gittiğimiz misafirlikte, çok acıktığımdan olsa gerek "HAYIR YERİM" dediğim için.       :)

Berna teyze ben 21 yaşındayken, bana bakarak "bu gençleri anlamıyorum, ben evlenmeden kaşlarımdan bir tüy bile aldırmamıştım" dediğinde, evlendiğinde kaç yaşında olduğunu sorup, herkesin önünde 17 yaşında olduğunu söylemek zorunda bıraktığım için.       :)

Mutlu teyzecim, ellerinden öperim. Ailece çıktığımız turda çocuklarından birinin koltuk parasını ödemediğin için, 2 kişilik koltuklarda yanımıza sıkışmaya çalıştığında, uyuyor numarası yapıp seni ittirip koltuktan düşürdüğüm için.       :)

Selma teyze, yaylada fotoğraf çektirmek için, ineklerin arasına geçip her nedense seni seçemeyeceğimizi düşünüp "pehitoooooo! ben buradayım" diye seslendiğini bütün okul arkadaşlarımla paylaşıp, sana kahkahalarla güldüğümüz için.        :)

Nesrin teyze, üniversiteden her tatil için eve döndüğümde; "pehito çok zayıflamışsın" larının tahammüllerimi yitirttiği bir anda "Nesrin teyzecim niye bu kadar ilgilendiniz, size ağırlığımca altın mı veriyorlar?" dediğim için.           :)

Hepinizden çok ÖZÜR DİLERİM..
pehito


ARKANI DÖNME (8. BÖLÜM)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla :)


On bir bilemedin on iki yaşındayım. Yazlıktayım, hava kararmış, hafif çiseleyen yağmur tenimi gıdıklar gibi üzerime yağıyor. Dalgalar, onları terbiye etmek ister gibi, tüm sivriliğini törpülemek ister gibi, kayalara çarpıp çarpıp usanmadan geri dönüyor. Bense cılız bedenimle kayalıkların ucuna kadar inip dalgaları izliyorum. Karanlık, hem de çok karanlık. Sahili aydınlatan tek şey; ayın cılız ışığı.

Sanki benim dışımda bir güç oraya bir figür yapmış beni, "bak bakalım bu dalgaların arasında ne bulacaksın" der gibi, hareketsiz, öyle duruyorum. Zaman durmuş, içimde hareket eden bir şey yok gibi. Hani şimdilerde pek moda "anı yakalayın, anda kalın" işte öyle bir şeydi yaşadığım. Ben duruyordum ve her şey benimle duruyordu sanki. 

Önce dalgaya baktım, ne istiyor kayalardan dedim. Kaya öyle hareketsizdi ki, niye gelip gelip taciz ediyordu onu. Belki de bir güç gösterisiydi yaptığı. Belki deniz kudurmasa, kaya arsız davranıp her yerini kaplardı. Onu o hale getiren denizin azgınlığıydı belki. 

Emin olmak için ne kadar büyümeliydim, onu düşündüm. Nerede, ne zaman büyüyecektim. Bu gece vücudumu terbiye etmek için akan sıcak kan mıydı beni büyütecek olan. Her ay, başa çıkmak zorunda kalacağım o şey miydi. Bedenimin azgın dalgaları o muydu. Bedenim nereye nasıl gidecek o mu belirleyecekti.

Sonra hiçbir şey getirmeden aklıma izlemek daha keyifli diye düşündüm. Zaten düşünmek için çok zamanım vardı. Tam o an bir şey oldu, boşluktaymışım gibi hissettim, ayaklarım yere basmıyor gibi. İçime benden habersiz benim dışımda bir şeyler girmiş gibi. Ruhum ikiye katlanmış gibi hissettim ve yer çekimine karşı koymadan, gözümden iki damla yaş indi yanaklarıma usul usul.
Ben ben değilmişim gibi hissettim, hayat tek elimde değil gibi. Ailemin aşırı dindarlığına inat kaçtığım Tanrı'ya ya da adı neyse ona, çok yakın hissettim kendimi ve hiç yalnız değilmişim gibi. Herkesi her şeyi duyuyordum da cevap veremiyordum kimseye. Ağzımdan tek kelime çıksa içimden kaçıp gidecek gibi hissettim ve ses vermedim kimseye.

O duyguyu yaşamak için her gece indim deniz kenarına ama olmadı, tekrarı olmadı.

Selin'in el bilgisayarı, SIRLAR dosyası 1. gün. 
Selin hem bu kadar yakın hem bu kadar uzakmış bana. Sırları varmış benden gizlediği, belki de onu o kadar çekici yapan da buydu, ona hiçbir zaman gerçekten ulaşamıyor ve o gizemi hissediyor oluşumdu.

8. bölüm sonu
kurgu, hikaye
pehito
9. BÖLÜM BURADA

14 Aralık 2013 Cumartesi

BLOGCAN PAPUCU YARIM ÇIK DIŞARIYA OYNAYALIM!! MİM!!

Sevgili bloger arkadaşım, yüce gönüllü insan, yazdığı yazılarıyla olduğu kadar çizdiği resimlerle de beni oldukça etkileyen Sahipsiz Cümlelerin sahibesi Anarşi (Özlem) bir mim başlatmış. Blogcan Pabucu Yarım Çık Dışarıya Oynayalım! demiş. Ben de başlattığı cümlelerin devamını ilk aklıma geleni yazarak tamamladım. Umarım sıkılmadan okursunuz.
:)
Bir de bana yaptığı hediye sticker çizimleri var, ben bu yazıya onları koymayı düşünmüştüm ama hayalindeki beni koymaya karar verdim. Anarşi'ye çok çooook teşekkür ediyorum.
:)



1-Elimden gelse; herkesin cebine eşit para koyar, herkesi aynı kariyer seviyesine ve herkesi aynı güzelliğe ulaştırıp egoyu yok ederim.

2-Kendi kendimi kontrol etmekte'n sıkıldım. Biraz özgür hissettiğin bir yerler olmalı. Arada sınırı aşmalı.

3-Beni en çok kaygılandıran şey; Türkiye'nin içinde bulunduğu kaos.

4-Hayatımın en kötü anı; bana kalsın.

5-Yalnızken; kitap okurum, nete girerim.

6-Nefret ettiğim; hiçbir şey yok. O duygu benden çok uzaklarda.

7-İşimi; beni mutlu ettiği ve hep bir şeyler üretip faydalı olabilmek için yapmak istiyorum.

8-Kadınlar/erkekler; sizin derdiniz ne?

9-Hayat; her birey için ayrı bir roman, ayrı bir hikaye. Nasıl yazmak istiyorsan öyle yaz.

10-Çocukken; keçinin önde gideniydim. Annemi çok zorlamış olabilirim ki yaptım.

11-Başkalarının zayıf tarafı; eğer bunu görüyorsam sadece bunu değiştirmeye çalışanlardan biri olmaya çalışırım. Kimse bir diğerinden üstün değil. 

12-Yalan söylemek; çok ayıp :) ve anarşi'nin verdiği yanıtı çok sevdim belirtmek isterim. Yanıtı merak edersen BURADA

13- Her şey kötü gittiği zaman; her zamankinden daha güçlü hissederim ve kendime "güç sensin" diye fısıldarım. İnsan iyi olmak isterse bunu değiştirecek hiçbir şey yok. Her şeye rağmen iyi hissediyorum dediğinde senin önünde ne durabilir ki. :)

14-Geceleri; kendime kaldığım ve en özgür hissettiğim zaman.

15-Başkalarına göre ben; onu başkalarına sormak gerek. Bir şey diyemeyeceğim.

16-Kurtulmak istediğim korku; yok. Ben korku kelimesini düşündüğümde korku var oluyor. Aklıma getirmediğimde ise yok. O yüzden düşünmüyorum.

17-Bazen düşünüyorum da; hayat denen bu film ne zaman bitecek ve biz ne zaman gerçeğe uyanacağız.

18-En çok utandığım şey; başkalarının yanında "pehito şöyle iyi, böyle güzel denmesi"

19-Keşke ben; daha fazla ihtiyaç sahibine yardım edebilsem. Daha anlayışlı olsam, Daha sabırlı olsam. Hayatımı tamamladığımda arkamda güzel işler ve güzel anılar bırakabilsem. Egomu ayaklarımın altına alabilsem, dokunduğum her yarayı iyileştirecek şifaya sahip olabilsem.

20-Anlamıyorum neden; diyebileceğim bir şey yok. Şaşırtmıyor hiçbir şey beni.

BİTTİ
:)
Ben de; İlknur Akpınar, Tülay Demirtaş, nugili hayat, olur gider, resimli günlük, Tibetin annesi, Aslı Yılmaz, Abdullah Kara, kahve telvesi, kahve tadında, Serkan Aydemir, çalıkuşu, Ali ÇALIŞKAN, Tuxedo, Pembe Kereste, Hayattan Payetler, MÜGE KÖKLÜ ATİK, Uyuşuk Hayalperest sizleri mimliyorum. Ve unuttuklarımdan özür diliyorum, gecenin bir yarısı cevapladım. Çok sevdiğim ve unuttuğum arkadaşlarım olabilir.

pehito

SU VE ATEŞ FİLM




Yağmur ve Kema, Yağmur'un uçak fobisi nedeniyle karşılaşırlar ve birbirini izleyen diğer tesadüflerle birbirleri için vazgeçilmez oldukları bir aşkı yaşamaya başlarlar. Yağmur Kemal'in hep gizemli bir yanı olduğunu düşünmektedir, çok geçmeden Kemal'in gerçek adının Haşmet olduğunu ve büyük bir aşiretin kan davasının içinde olduğunu öğrenir. İki aşiretin kanının durması tamamen Haşmet'e bağlıdır. Yağmur'un da içine çekileceği karanlık olaylar ise kapıdadır.

Film ağlamalısınız, ağlamak zorundasınız der gibi çekilmiş. Bir de senaryo çok tanıdık. İzleyiciye farklı gelecek bir iki şey dışında konu çok alışılmış geldi. Şaşırmıyorsunuz ama insansınız, bazı sahnelerde istenen reaksiyonu verip göz yaşlarınızı salıyorsunuz.

Film Özcan Deniz'in hem oynayıp hem yönettiği üçüncü film. Özcan Deniz baş rolü Yasemin Allen'le paylaşıyor.

İyi seyirler.
pehito

9 Aralık 2013 Pazartesi

ARKANI DÖNME (7. bölüm)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla.
:)


"Siz ne saçmalıyorsunuz, burada eşimden bahsediyoruz. Tabi sanırım sadece yaşayan bilir, Hipokrat'ın ve sizin uğurlanan kişinin arkasından, yakınlarının ne hissettiğine dair, hiçbir fikriniz yok. Bu ne bencillik!! Bana her şeyi anlatmak zorundasınız Sinem Hanım, hem de her şeyi." sesim beni bile ürkütecek kadar öfkeli çıkıyordu. Vücudumun ne dediğini düşünmek bile istemiyorum. Bedenim kasılmıştı ve önüme gelecek her şeyi yıkıp geçebilirdim.

Doktor'u omuzlarından tutup sarstığımı ancak hasta bakıcılar iki kolumdan tutup beni çekiştirdiklerinde fark edebildim.

"Anlatmak zorundasın doktor, an-lat-mak zo-run-da-sın" İki günde üçüncü kez o sakinleştirici iğnelerden birini yapmışlardı. Soluk alış verişim düzeldiğinde, 36 yaşındaki bir adama yakışmayacak, bana kendimi elinden şekeri alınmış çocuklar gibi hissettirecek şekilde ağlıyordum.

*"Yapmayın, Burak Bey. Cenaze işlemlerinizi halledin, sonra gelin biraz konuşalım sizinle."
"Anlatacak mısın doktor, neler olduğunu anlatacak mısın?" nabzımın yavaşladığını ve sesimin bir fısıltı gibi çıktığını fark etmiştim.
Gözümü açtığımda yine aynı hastane yatağında yatıyordum. Her zaman bana doğallığı fısıldayan yeşil renk "ölüm, ölüm, o öldü" diye alçakça bağırıyordu.

Sinem hanım gözlerini kocaman açmış bana bakıyor, yüzümde bir şeyler arıyor gibiydi. Selin'e ait bir şeyler, ya da ben öyle düşünüyorum. Her şeyin Selinim'le ilgili olması gerektiğini düşünmekten kendimi alamıyordum.
*Şimdi nasılsınız, daha iyi hissediyor musunuz?

O andan bu ana ne değişmişti ki, vücuduma giren yatıştırıcı dışında. Ama kötü olduğumu belirtmenin beni bir adım ileri götürmediğini fark etmiştim ve bıraktım sızlanmayı.

*Size yazdığı mektuplar vardı Selin Hanım'ın, İki yılını anlattığı mektuplar. Ayrıntılarını bilmiyorum ama bir seansımızda bundan bahsetmişti. Onları arayarak başlayabilirsiniz. Belki size bir yardımı olabilir.

"Teşekkür ediyorum, çok teşekkür ediyorum" o an bana Selin'i hediye etmiş gibi hissettim. Sanki onu diriltip yeniden bana vermiş gibi.

Hastanede ki prosedürü hallettim ve ertesi gün Selin'i toprağa verdim. Hayatımda ilk kez Tanrı'ya ve cennete inanmayı istedim o an. Ama bunu nasıl yapacağımı bilemedim. Varlığını hiçbir zaman sorgulamadığım bir şeyi hayatıma nasıl dahil edeceğimi bilemedim. Onu uğurladım ve artık teninin tenime, sandal ağacı kokusunun onun teniyle birleştiğinde etrafa yaydığı eşsiz kokusunun bana verdiği huzuru hiçbir yerde bulamayacağımı bile bile onu sonsuzluğa uğurladım.

7.bölümün sonu
pehito
kurgu, hikaye
8. BÖLÜM BURADA

8 Aralık 2013 Pazar

EVSİZLER HALA SOKAKTA, HADİ UZAT ELİNİ!!!

Herkese merhaba..
:)


Dört mevsimin yaşandığı, bize inanılmaz güzel renkler sunan, eğer doğru gözle bakabilirsek bu renklerin yüreğimizi aydınlattığı bir ülkede yaşıyoruz.

Kimimiz kestane yapıyoruz sobamızda, kimimiz şöminesinin karşısına geçmiş sıcak şarabını yudumluyor, kimi ay sonunda cebini yakacak, şimdilik onu kışın soğuğundan koruyan doğalgaz nimetinden yaralanıyor ama kimimiz ayağında bir çift ayakkabısı olmadan SOĞUĞA teslim oluyor. Hayatının son anında, en son hatırlayacağı onu sıcak tutacak bir battaniyenin hayali belki de.

Lütfen duyarsız kalmayalım. Aşağıda vereceğim linkte bir çok ilin SOSYAL HİZMETLER İL MÜDÜRLÜĞÜNÜN telefon numaraları var. Çevrenizde göreceğiniz her evsiz için bir telefon etmeniz yeterli.

TELEFON NUMARALARI--------------- BURADA

Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.
pehito

SENDEN ÖNCE BEN



Yazar:
Jojo Moyes
Yayın Evi:
Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı:
480


Will işinde ve sosyal hayatında başarılı, motosiklet ve spordan hoşlanan bir adamken bir sabah trafik kazası geçirir, omuriliği zedelenir ve tüm hayatı değişir. Artık tekerlekli sandalyeye mahkumdur ve kısıtlı el hareketi dışında vücudunun hiçbir yerini oynatamıyordur. 

Ailesiyle birlikte tekerlekli sandalyeyle yaşayabileceği bir eve taşınır. Artık eski yaşama sevincinden eser kalmamış ve ölümü düşünüyordur. Ailesi ona bakması için Lou ile anlaşır. Lou konuşkan ve hayata bağlı bir kızdır. Bu kitapta Lou'nun Will'i hayata nasıl bağlamaya çalıştığını, birbirlerine aşık oluşlarını ve tekerlekli sandalyeyle hayata devam etmenin ne kadar zor olduğunu okuyacaksınız.

Ve eminin siz de benim gibi son sayfalarında salya sümük ağlayacaksınız. Jojo Moyes akıcı dili ve kurgusuyla harikalar yaratmış. Kitabın sonunu kendinize kaldığınız bir zamanda ve mendilinizi hazırlayarak okumanızı tavsiye ediyorum.

Sevgilerimle
pehito

5 Aralık 2013 Perşembe

DÜNYA SAVAŞLARI Z



Geçtiğimiz haziran ayında vizyona giren Dünya Savaşları Z filmini, geçtiğimiz hafta sonu tekrar izledim ve yazmaya karar verdim. Marc Foster'ın yönetmenliğini yaptığı filmin baş rolünü Brad Pitt ve Mireille Enos paylaşmaktadır.

Brad Pitt'in canlandırdığı Gerry Lane karakteri karısı ve iki çocuğuyla trafikte arabalarının içinde sıkışıp kalırlar. Gerry arabasından dışarı çıktığında bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ederek ailesini güvenli bir yere götürebilmek için elinden geleni yapar.

Kısa bir zaman sonra şehrin zombiler tarafından istila edildiği anlaşılır ve Gerry'nin de içinde olduğu bir ekip zombilerin nereden geldiğini anlayıp onlarla savaşmanın yolunu aramaya başlar. Zombilerle insanların sıra dışı savaşını izleyeceğiniz film sıra dışı.

Film aynı adı taşıyan Max Brooks'un kitabından beyaz perdeye uyarlanmıştır. Eğer izlemediyseniz, kesinlikle tavsiye ediyorum.

pehito

RUMİ'nin bildiği AŞK



Hristiyan bir aile'de dünyaya gelen, İtalyan ressam Fabio kanser olur. Kanser metastas yapmış tüm vücuduna yayılmıştır. Dünya'da geçirecek az zamanı kalan Fabio onu kalbindeki aşka yaklaştıran serüvenini, mektuplar halinde yaptığı yolculuklarda tanıştığı ve onunla aynı yoldan gittiğine inandığı Mathias'e yazmaya başlar.

Siz Kudüs'e doğru başlayan yolculuğunun Konya'ya doğru devam edişini ve oradan İstanbul'da sonlanışını ve bu yolculuğu esnasında Allah'a olan aşkının hangi evrelerden geçtiğini ve tasavvuf'u hayatına nasıl geçirdiğini yazdığı mektuplarla hiç sıkılmadan okuyacak, yüreğinize ulaşan ılık bir esintinin tadına varacaksınız.

Kitabı çok beğendim, tasavvufa ilgi duyan arkadaşlarımın da beğeneceğine eminim. Sevginin ve aşkın insanın ruhunu ve yolunu nasıl aydınlattığını okuduğum her bir satır, içimdeki yaşama hissini bir kat daha artırdı diyebilirim.

Yazar:
Serdar Özkan
Yayın evi:
ARTEMİS
Sayfa Sayısı:
193

Keyifli okumalar
pehito

4 Aralık 2013 Çarşamba

BENİM 5 GERÇEĞİM MİM'İ

Bu kez araya zaman girmeden hemencecik okur okumaz cevaplayayım da, beni mimleyen sevgi kelebeği iyi kalpli arkadaşıma mahçup düşmeyeyim istedim. Çekik gözlülerle yaptığı keyifli gezileri ve hayatındakileri bizimle paylaşan güzel bloger MyReal'ın yazarı Aslı Yılmaz'ın "hadi kendiniz hakkında beş bilgi verin" mimine cevap olarak yazdıklarım aşağıdaki gibidir.


1-Anneyim
3.5 yaşında güzeller güzeli, akıllı mı akıllı, şu an kanepenin üzerinde zıplayan, yerde taklalar atan yüksek sesle şarkı söyleyen "şarkı, diamonds Rihanna" bir önceki aktivitesiyle bir sonrasının alakası olmayan, ruh hali içinde geçerli bu. Çoğu zaman gülen hatta hep gülüp şen kahkahalarını evimizden eksik etmeyen bir şirinenin annesiyim.

2-Kitap okumayı seviyorum.
Bu sayılır mı bilemedim ama yazmak istedim. Ortalama 400 sayfalık ayda 7 ile 10 arasında değişen sayıda kitap okuyorum. Anne olmadan önce bu sayı daha fazlaydı ama sorumluluklarımız değişince sayı da böyle azaldı.

3-Kimseden nefret etmiyorum.
Nefretin insanın hayatında taşıyacağı en gereksiz yük olduğunu düşünüyorum. Hayatımda yok saydıklarım var ama nefret ettiğim kimse yok. Belki bunu okuyup rahatlayacak arkadaşlarım olabilir. Heheheh :)

4-Mutfak işlerinden haz etmiyorum ama pastacılık kursuna başladım.
Bu ne tezat diyebilirsiniz ama işi profesyonel anlamda yapmak istiyorum ve sanırım ortaya giderek güzel şeyler çıktığı için ilgim artarak hafta da bir gün olmak üzere pastacılık kursuna gidiyorum. Bu arada kızım durumu abarttı koltuktan yere atlıyor. :)

5-Mutluyum
Arada herkes kadar "ya bu kadarı olmaz" desem de, genel anlamda mutluyum. Hayatın sonsuz olmadığının o kadar bilincindeyim ki, her anını mutlu yaşamaya çalışıyorum. Belki bundan sebep, burada yazılarımı okuyan arkadaşlarım, o duygusal yazıların benden çıktığına inanmakta epey zorlandılar. 

İşte benden de bu kadar.
:)
Ben de;
Anarşi
Dondurma delisi
Sonsuz
bir hayal kur
adminpanpa
Tülay Demirbaş
nuguli hayat
sizleri mimliyorum.
Kahve Telvesi
Kahve Tadında

Sevgilerimle
pehito

3 Aralık 2013 Salı

HAYDİ ENGELLERİ KALDIRALIM



Öncelikle bugünü fark etmemi sağlayan nugi'li hayat'ın yazarına çok teşekkür ediyorum. En son 2006'da bir sosyal sorumluluk projesinde gönüllü olarak çalışmış, sponsorlar eşliğinde bir maraton düzenlemiş, orada engelli arkadaşlarımızla el ele yürüyüp, hiç dışarı çıkmamış dış dünyaya açılan tek pencereleri akrabaları ve aileleri olan engelli arkadaşlarımıza bir pencere hediye etmeyi elimizden geldiğince başarmıştık. 50.000 engelli arkadaşımıza bilgisayar hediye etmeyi planlamıştık ve çok daha fazlasını sponsorlarımız sayesinde arkadaşlarımızla buluşturmuştuk..

Tabi bu yapılabilecek küçücük şeylerden bir tanesiydi. Küçücük diyorum çünkü Türkiye'de 2002 rakamlarına göre 8,5 milyon engelli vatandaşımız bulunmaktadır. Tabi onlar için uygun koşullar sağlanmadığı için görünmezler. Onların çok daha fazlasına ihtiyaçları var. Engellerinin kalkmasına, hayatlarını bizler gibi sürdürmeye ihtiyaçları var. Dışarı çıkıp parklar da gezmeye, markette kendi alışverişlerini yapmaya, her şeyden önemlisi oksijene ve dört mevsime şahit olmaya ihtiyaçları var.

Türkiye toplu taşıma konusunda engeli olmayan vatandaşını bile karşılayabilecek durumda değil ama engelli kardeşlerimiz için fiziksel açıdan hiç uygun durumda değil. Şöyle bir proje gündemdeydi; toplu taşıma araçlarına ENGELLİ RAMPASI, iyi düşünülmüştü güzel düşünülmüştü ama proje iki yıl ertelendi.

Sadece bununla bitmiyor; engelli vatandaşımız maalesef bizim aldığımız eğitimi alamıyor, çok iyi eğitim alabilseler bile iş hayatında bir yer edinemiyor. İş kanununa göre 50 ve daha fazla işçi çalıştıran özel sektör kuruluşları yüzde 3, kamu kuruluşları yüzde 4 engelli işçi çalıştırmak zorunda. Ancak bunlardan sadece sigortası yatırılıp çalıştırılıyor gibi görünen engelli kardeşlerimiz ya da "cezası neyse öderim engelli çalıştırmam" diyen kuruluşlarda istihdam sağlayamayan engelli vatandaşlarımız mevcut. BURADA 

Ne yapılabilir diye geçiyor aklımızdan değil mi? Avrupa'da okullarına giden engelliler, çalışan engelliler için ne yapılmışsa aynısını. Yaratıcılık değil bahsettiğim, hadi kopya çekelim. Ve unutmayalım, hepimiz birer engelli adayıyız, buna duyarsız kalmayalım. Haydi ENGELLERİ KALDIRALIM!!!

Sevgilerimle
pehito

Not: Eğer şikayette bulunursak, 336.000 toplu taşıma aracı trafikten men edilebilir ya da engelli vatandaşımız için uygun hala getirilebilir. Bir kişi belki koca bir hiç ama tüm Türkiye koca bir okyanus.