Çok beğendim resimlerinizi, kullandığınız renkler, hoyrat fırça darbeleriniz. Pek anlamam aslında resimden, bu davetli geldiğim ilk sergi. Sürreal değil mi çalışmalarınız. Gerçeküstü, gerçeklikten uzak.. Bir kaç ressam biliyorum; ALBRECHT ALTDORFER, GIUSEPPE ARCIMBOLDO, AUBREY BEARDSLEY hıııım bir de ARNOLD BOCKLIN çok eski zamanlarda yaşamışlar 1922'li yıllar. Güzel resimler yapmışlar ve günümüz de bile anılır olmuşlar. Zaten her şeyin güzelini eski zamanlarda yaşayan insanlar yapmışlar.
Aşkın güzelini de onlar yaşamışlar, bakma bana öyle aşkın güzeli olur mu diye. Resimlerinin mavileri bana diyor ki; bu adam duygu adamı, siyahları keskin çizgileri kuralları var diyor. Sarılar sıcak bir adam ve dikkat çekmeyi seviyor ama en önemlisi bu adam sanatçı ruhu taşıyor diyor.
Doğruyu söylemedim size, davetiye falan almadım, zaten sizin çevrenizden çok uzaklarda kendi kabuğunda yaşayan bir kadınım ben. Rüyamda gördüm sizi, açık konuşacağım, şunu diyordum rüyamda kendime "bu adam güzel bir adam değil, kilosu da epey fazla ve kısa boylu da, aslında zayıflasa sevimli bir yüzü var. Peki beni neyi etkiledi de girdi rüyalarıma." Sonra hiç şüphesiz şöyle devam ediyorum cümlelerime; "o sanatçı ruhlu bir adam, duygularını fırçasına, oradan beyaz kağıda geçiren sanatçı ruhlu, duygusal bir adam. Benim ruh eşim o." Ne kadar uzun zamandır kendime; hayata iki kişi gelirmişiz, kendine benzeyen başka bir ruhla. Benim eşim kim deyip duruyordum ve siz girdiniz rüyalarıma.
Siz gerçekten o fırçayı tutan adam mısınız, o renkler gerçekten sizin mi, yoksa magazin programlarında her gece yanınızda başka başka genç tenlerle gezen adam mısınız siz. Sözlesenize, sahi siz kimsiniz?
pehito