20 Temmuz 2014 Pazar

AĞAÇ DEDİĞİN NE Kİ!



Ruhumu esir alan bedenim bırak onu aldığın yere. Bedensel zevklerine esir etme. Yeter artık, senin hayat dediğin şeyden çok farklı benim gördüklerim. Orgazm olmak, yemek yemek, içmek değil ki sadece hayat. Her zevk diye peşinden gittiğinden çok farklı benim istediklerim ve senin görmezden geldiklerin.

Bir araziye bakıp "üzerine ne güzel binalar inşaa edilir, ne de güzel paralar kazanılır" değil benim gördüklerim. Denesene bu gün, uzat elini boşluğa sonra uzan ruhuna dokun ilk kez, o da olmadı bir kez. Uzat elini, hadi dene be adam

&.

Ah neler geçiyor içimden bu gece böyle. Gece gece oturmuş, ne saçma şeylerin mücadelesini veriyorum. Hem de kiminle. Ben ki toplantılarda en kurt adamların altından girip üzerinden çıkan ben, ben ki olmazları olduran ben, ben işte. Peki nedir bana musallat olan bu iç ses. Vicdan mı bu, ne ki? İki kişi miyim ben? Annemi babamı duymayan, "çıkarım varsa onları bile tanımam" diyen benim iç sesim mi, bu duyduğum.

Ne istiyorum ki ben, ne istiyorsun ruhum bedenimden? Yıllarca anlaşıp gitmedik mi, gelmişim 50 yaşıma neler oluyor? Ayak mezara yaklaşınca mı başlıyor böyle sorgular, neyin nesi?

&

Sus be adam, sus! Bir kez olsun dinle içinden geçenleri. Bak haklısın şu ormanı yakar imara açtırırsan, üç beş gecekonduyu içinde oturanların tepesine yıkarsan çok kazanırsın hem de çok. Ama bir daha; arkana ormanı, karşına denizi alıp bu bankta oturamaz, kendine kalamazsın. Kötü değil ki kendine kalmak, içinden çıkarmak insan yanını hiç kötü değil. Sen izin verdikçe yayılırım içine, büyürüm. Bedenini sarar sarmalar "şimdi içime bir huzur doğdu" dediğin anı veririm sana. Dur be adam, bir bırak kendini. Farkında değil misin? Yirmi yıldır ilk kez hareket etti dudakların kulaklarına doğru. Hadi bırak kendini.

Önce sen nefes al, sonra ağaçlar alsın. Ormanın içinde yaşayan canlılar ve burada yürüyüşe çıkan insanlar soluklansın. Hadi bir kez para değil, insanlık kazansın! Ormanlar yok olmasın! Ağaçlar yağmuru çağırsın!

Sevgilerimle
pehito

14 Temmuz 2014 Pazartesi

SABAHA VARIR MI BU GÜNLER!


Ayrıla ayrıla ayrıntılara gizlenmiş hayat. Okyanusun dibinde yaşayan bir mercanın harelerine mesela. Her bir harenin içine bugün 365 gün, bundan 3.5 milyon yıl öncesine ait bir fosil mercanın haresine 410 gün gizlenmiş. Eskiden daha hızlı dönermiş Dünya. Bir gün 21 saatmiş, Sonra kaçırmış Ay'ı kendinden, yavaşlamış ve bizim 24 saate sığdıramıyorum dediğimiz zamana ulaşmış. Bütün bunları görebilen gerçeğe biraz daha yaklaşmış, göremeyen ise kendine anlatılanlara inanıp, yavaşlayan zamanın bile gerisinde kalmış.

Ayrıntılar diyorduk, biriyle çok yakın olduğunda daha çok kaçırırsın ayrıntıları. Uzakken daha çok merak eder, daha ve dahasını öğrenmek istersin. Yanındayken ise, bir gün beyaz, bir gün siyah elbisesiyle gezendir o sadece. Belki de sadece bir elbise. Değişmiyordur sana göre ve hep aynıdır. Duyguları yoktur artık ve belki senin de duyguların yoktur. Saçı kısalmıştır fark etmezsin. Yaptıklarına değer vermezsin, zaman ayırıp dinlemezsin çünkü biliyorsun ya o bir elbise ve hep senin elinde.

Halbuki ayrıntılarda gizlidir hayat. Ve sen keşfettikçe hem mutlu olur, hem de mutlu edersin. Ama alışmışsın ya bir kere var olan rutine değiştirmek niye?

Öyleyse rutininiz de kolay gele...
sevgilerimle
pehito

13 Temmuz 2014 Pazar

NERDEN BAKIYORDUK HAYATA


Her biri diğerini kıskandıracak kadar kararlı adımlarla yürüyorum. Yolum uzun ve bakmam, bakamam arkama. Hava en az 30 derece peki bu kaşmir hırkanın ne işi var üzerimde ve neden üşüyorum? Sadece yürüyorum bu gece. Geçmişten getirdiğim ne varsa bırakıp ardımda, yürüyorum. Biliyorum dönmem geriye ya da ne diyordum "dönemem" geriye.

Şimdi nereden çıktı bu sağanak yağmur, durdum. Üzerimde ağırlaşan hırkamı çıkarıyorum ve bırakıyorum yere. Öpüyorum geceyi, elimi uzatıyorum o da beni temizleyen yağmur damlalarını seriyor üzerime. Dönüyorum kendi çevremde, dönüyorum dönüyorum. Etrafımdan geçenler bakıyorlar ama görmezden geliyorum.

"Bu hayat benim" diyorum önce içimden, sonra yüksek sesle. Daha çok dikkat çeker oluyorum ama aldanmıyorum gelip geçenlere. "Heeeeyy izninizle" demiyorum bu kez, "hayat benim, bu hayat benim!" Ve tekrar yürüyüp gidiyorum. Temmuz sıcağında yağan yağmur yapıştırıyor elbisemi bedenime. Biliyorum tüm hatlarım, bedenimin her bir kıvrımı hiç göze gelmedikleri kadar gözler önünde ama hayat benim ve bu beden de. Umursamıyorum ilk kez nasıl görünüyorum diye.

Taksim Nevizade'nin ışıklı tabelasına aldanıyorum. Herkeste olduğu gibi beni de cezbediyor parlak şeyler, yanıp sönen ışıklar, biraz kırmızı, biraz mavi. Peki ben bu muyum ki? Parlak şeylere aldanan mıyım ben de! Eğer ben olacaksam bu gece; seçmeliyim yolum neredeyse. Çıplak omuzlarımı dönüp, elbisemin düşen ip askısını kaldırıyorum ve bedenimi kontrol etmeyi bırakıp yürüyorum. Önce hızlı hızlı sonra yavaş yavaş ama kararlı adımlarımla gecede.

Kırmızı tramvay geçiyor yanımdan. On yıldır bu şehirde yaşıyorum ve her geçişinde "keşke" diyorum. "keşke içinde olabilsem ben de" Peki neydi alıkoyan beni bu geçen on senede. Çok mu meşguldüm, çok mu zamansız. Çok muydum bir yerlerde? Peki öyleyse şimdi neden azım bu kadar? Neden mavi kot bir elbiseyle hastalığıma inat al olmuş yanaklarım ve kiraz olmuş dudaklarımla el sallayamadım beni sevdiğine inandığım her hangi birine?

Neden almadım yanıma birini, neden kabul etmedim? Neden "seni seviyorum" dediklerinde dönüp gittim? Neden bu kadar "neden" biriktirdim? Biliyorduk ya öleceğimizi, biliyorduk ya bir son oluğunu, biliyorduk ya vakitsiz olacaktı ve hiçbir zaman hazır olmayacaktık gidişlere. Öyleyse neden koştuk, neye koştuk bu kadar? Unutulmaz olmak isterken hep unutulacak işlere dahil olduk. Neden?

Ağzıma alkol sürmedim ya ben, bu gece başka diye, rakının suyuna karışıp ak oldum hem de apak bu gece. İçimde kalmasın hiçbir şey diye. "Hey! barmen. Rakıdan sonra ne var bana verebileceğin, şöyle sert bir içki" diyemeden ayaklarım ataletinden kurtulup yürüdü, yürüdü gecede ve işte Cezayir Sokak'tayım. Dokunarak geçiyorum duvarlara, öper gibi, sever gibi. Alıp yanıma onları da götürebilecekmişim gibi. Sadece gibi gibi.

İstemez miyim gerçek olsun. Alayım onları da yanıma bana yoldaş olsun ama kalıp burada başka gözlere değecek, bazen aşıklara, bazen tartışmalara, bazen de benim gibi bir kaç hafta ömrü kalanlara tek gecelik dost olacak.

Çok yorgunum. Hasta bir kadın gibi ama en çok geçen zamanda benden kalamayanlara yorgunum.

Öyleyse uyandım
pehito

12 Temmuz 2014 Cumartesi

SİYAHA DAİR


Biliyor musun?
Sana bakmak yıldızlara bakmak gibi.
Hem yakın
Hem uzak.
Of...
Kalabalık oldu buralar.
Oysa benim istediğim;
Bir sensin
Bir de gecenin koynunda ki yıldızlar.

pehito

OLMAZ MI?


Biraz bende kal!
Bir bardak demli çay iç.
Her zaman ki gibi yarım şeker katıp.
Hadi gitme!
Sen biraz bende kal.

pehito

11 Temmuz 2014 Cuma

ÇELLO


İçime dönmüş bakıyor, bakarken yürüyor, yürürken düşünüyorum. Ne zaman birkaç işi bir arada yapsam elime yüzüme bulaştırırım, bu gece de aynısı oluyor.. Her biri birbirine karışıyor, biri bir yanımdan diğeri diğer yanımdan çekiyor. Öyle ki, rüzgarda savrulan kuru bir yaprak gibi, ne gideceğim yol belli ne de döneceğim.

Ve bir şey tutup, tarifsiz bir sıcaklıkla sarıyor bedenimi. Bu bir çello ve ona eşlik eden hafif gitar sesi. Çellonun başında; arkası kısacık önleri aksine uzun kesilmiş siyah saçlı bir kadın. Saçları çellonun nota değmeyen tellerine dökülmüş hafif rüzgarla sallanıyor. Herkes gelip geçerken önlerinden ben takılıp kalıyorum o anda. Deniz çıkıyor karşıma ve sahilde yanan ışıkların gece denize bıraktıkları rengarenk izdüşümleri.

İçim boşalmış gibi hissediyorum, bir uçan balon gibi yükseliyorum göğe. Gözlerim kapalı ama öncesinde fotoğrafladığım her bir kare kolayca beliriyor zihnimde. O kıvrımlı dudakları her zamanki gibi kahve kokuyor ve ben kokusunu içime çeke çeke öpüyorum onu. Siyah kirpiklerinin arasından bakan kahverengi gözleri her zamanki gibi gülüyor bana ve koca bedeni, benim ince bedenimi sarıp en güvende hissettiğim anlardan birini daha yaratıyor.

Ve uyandım...

pehito

8 Temmuz 2014 Salı

BEN BENİM, SEN KİMSİN?


Çoğu genç kıza göre biraz farklıydım. Biliyordum, farklılıklarımın farkındaydım. Daha bu özelliğimle bile ayrılmıştım onlardan. Bir de Tanrı'nın bana bahşettiği kötü bir özelliğim vardı. İnsanlara baktığımda onların ta içini görüyordum. Derinliklerini, herkeslerden gizlediklerini bazen dillerine dökülenden tamamen farklı hislerini görüyordum ve giderek önce yaşıtlarımdan sonra büyüdükçe kirlendiğini fark ettiğim yaşlı ruhlara sahip yaşlı insanlardan da uzaklaşıyordum. Kendimi, yarattığım bir dünyanın içine hapis ediyordum.

Televizyondan nefret ediyordum, biliyordum ki o boyalı dünyanın arkası yakınımda ki dünyadan da yalandı. Ve ben hikayeler anlattığını bildiğim kitapların büyülü dünyasıyla o yıllarda tanıştım. Yazlıkta ki kumsala gidip saatlerce kitap okuyor, bazen kitapta ki karakterlerle kavga ediyor, bazen aşık oluyor bazen kavuşuyor, bazen terk edilip bazen de terk ediyordum. Sonra gözümü açıp gerçek dünyaya dönüyor, bir sonra ki okumaya kadar hayallerimi hayal dünyamda kilitli tutuyordum.

Hiç uyanmıyordum, gerçek dünyaya geçtiğimde aşılmaz duvarlarım sayesinde sadece yaşıyor numarası yapıyordum. Yemek yiyor, nefes alıp veriyor, tuvalete gidiyordum ama kimseyle konuşmuyordum. İnsanları duyuyor ama dinlemiyordum. Mümkün olduğunca onlarla karşılaşmamaya çalışıyordum. Derinliklerini, acılarını, yalanlarını, dolanlarını görmemek için onlardan hep uzak kalıyordum. Varmış gibiydim ama aslında hiç olmamıştım.

Giderek büyüyordum, enine büyüyordum, boyuna büyüyordum o kadar. Bir türlü insanlara ait dünyada hayatta kalıp birey olabilecek kadar büyüyemiyordum. "Evet evet, tabi tabilere" büyüyemiyordum. "siz ne derseniz doğrulara, ayy şekerim bugün ne kadar güzelsinlere, hayatımda senin kadar iyi bir insan tanımadımlara" büyüyemiyordum. Düzene ait olamıyordum. Çünkü görüyordum, arkasını görüyordum, zihninden geçenleri, hissettiklerini görüyordum. Ve olmuyordu işte, o kadar bilirken düzene ayak uyduramıyor, aksak adımlarım beni yere seriyordu ve çıkışı kendime kalmakta buluyordum.

Ne mi oldu? di'li geçmiş zamanı al, şimdiki zaman yap ve yeniden oku. Hiçbir şey değişmedi. Ben benim, bendeyim, değişmedim. İnsanlarda değişmedi. Öyleyse oturup, kitap okuyup, biraz daha hayal kurayım.

pehito

BU KADAR HAZIRLIKLI OLMA STOP


Hepimizin bir hayali, bir beklediği, bir tanıdık geleni, bir tanışmaya gittiği vardır muhakkak. Ona uzanan yollarda, önüne çıkabilecek engelleri ortadan kaldırmanın bir yolu, bir yordamı, bunun için çalışmalarımız ve çalışacaklarımız da vardır. Yazılanları okurken bile ne çok ulaşılacak yer/kişi/hedef ve ulaşmak için ne çok düşünce geçti zihninden.

Halbuki ben diyorum ki "Bu kadar hazırlıklı olma, değiştirir hayat fikrini." Bir yerde "dur" der. Önüne engeller koyar ya da yeni güzellikleri serer. Öyleyse ne yapıyoruz şimdide kalıp, anın tadını çıkarıyoruz.

Sevgilerimle
pehito

6 Temmuz 2014 Pazar

DERİN


Gece,
Üşüyor yatağım.
Soğuk,
Aldanmış, aldatılmış.
Küçük bir öpücükle kandırılmış.
Ağlamış, ağlamış...
Sonunu görmeden,
sana koşmuş.
"Belki" demiş,
"Belki sonunda bekliyordur beni"
ama olmamış.
Kapamış gözlerini, 
Güzel rüyalara dalmış.

pehito

KOCAN KADAR KONUŞ


Çoğunuz PUCCA GÜNLÜK'ten haberdarsınızdır. Özel hayatını, erkeklerle ilişkisini, kadınsal hallerini, aile ilişkisini biraz muzip bir dille oldukça ilgi çekici şekilde bloğunda paylaşarak ünleniyor. Şimdilerde sayısını beş olarak bildiğim kitabı çıkmış ve hatırı sayılır şekilde satılmakta. Kitabın Pucca ile ne ilgisi var diyecek olursanız; kitabı okurken aklıma iki şey geldi. Gelen ilk şey Pucca Günlük oldu. İkincini not olarak paylaşacağım. Pucca yaşadıklarını, Şebnem Burcuoğlu kurguladığı hikayesini anlatmış ama bilin ki çok benzerler.

Kitapta ki baş karakter Efsun'un kadınsal hallerini, 30'una geldiğinde çevresinde ki herkes evlenirken yaşadığı "evde kaldın" baskısıyla azıcık kendi olmanın dışına çıkışını okuyorsunuz. Ve Efsun'un o halleri size arada kahkaha attırıyor, arada düşündürüyor. Kimi okuyucuya Gülse Birsel'i anımsattığı oluyormuş. Kitabın ikincisi yoldaymış. Ve sanırım bir filmi yapılacakmış. Birkaç saatte kendinize arkadaş gibi yanınıza alıp okuyabileceğiniz eğlenceli bir kitap.

4/2

NOT: Kitabın ilk birkaç sayfasında kendi yazılarımı ve düşüncelerimi buldum. İlerledikçe deeptone yazılarını okuyor gibi hissettim. Onun gündelik hayattan hikayelerini buldum sanki. deeptone zaten çok kıymetli SADE ve DERİN KİTABInı yayımlattı. Bir de bu tarz bir kitap çıkarabilir diye düşündüm. Ama girişi ben yapayım ;)

keyifli okumalar


KİTAP         KOCAN KADAR KONUŞ
YAZAR        ŞEBNEM BURCUOĞLU
YAYINEVİ  DOĞAN EGMENT YAYINCILIK

KÜRK MANTOLU MADONNA



Sabahattin Ali size bir kadına duyulabilecek aşkı sadece yazmamış, adeta kelimeleriyle sizi bu aşka ortak etmiş. 

Kitabın baş kahramanı Raif Efendi'nin yazmış olduğu anı defteriyle aşkın tarifini okuyorsunuz. Aşkın ancak bu kadar dokunulamaz, bu kadar kıymetli ve bir kadını sevmenin bir erkeğin gözünden anlatılışının imkansız zarifliğini adeta tadacaksınız. Ve her satırda "böyle sevilmeliyim" diyeceksiniz.

Çok ama çok okunası bir kitap. 
4/4

KİTAP              KÜRK MANTOLU MADONNA
YAZAR            SABAHATTİN ALİ
YAYIN EVİ     YAPI KREDİ YAYINLARI

27 Haziran 2014 Cuma

GÜVERCİNİN KANADINDAYDIM, AŞIK OLDUM



Beynimin içinde ki sesleri susturmak için verdiğim gayretime son veriyorum. Ne olduysa olmuştu. Yokluğunu inkar ettikçe varlığı değer kazanıp büyüyor, büyüyor, büyüyordu. Bu yazacaklarımın bir şarkısı yoktu, henüz yazılmamış bu şarkının notaları da yoktu. Ama geliyorlardı işte, havada asılı kalıyordu her bir nota onlar harflere dönüşüyor, parmaklarımı ataletinden kurtarıyor ve ekranda beliren kelimelerle anlamlı belki de anlamsız satırlara dönüşüyordu.

Nereden geldim ki ben buraya, geçiyordum sadece. Sonra kitap kokusu aldım, niye şaşırıyorsun sen almaz mısın kitapların seni çağıran kokusunu. Ben alırım. Güvercinlere yem atıyordum sahilde, amacım karınları doysun değildi, bencilce kanatlarının rüzgarını hissedip bir hayale takılıp gitmek istediğim için besliyordum onları. Onlar da memnundu hallerinden ben de memnundum. Hikayeler topluyordum kanatlarından onlar da karınlarını doyuruyordu. İlişkiler de böyle değil mi, hep bir alış-veriş hep bir a-lış bir ve-riş.

Aaaa yooo asla karşılık bekleyerek iyilik yapmam diyenin alnını karışlarım ben, bakarım onun ki kaç karış diğerininkini aşmadığını fark ettiğim an durur beklerim. Ona uzun uzun bakarım. "Niye yalan söylüyorsun lan" derim. Tamam lan biraz abartılı oldu, benim naif bedenime asil duruşuma pek yakışmaz bilirim ama içimden ben de geçiririm böyle cümleler. Sonuçta kibar delikanlıyım.

Neyse bu değildi anlatacağım güvercinlerin kanadında çıktığım yolculuk ve aldığım kitap kokusuydu. Karşımdaydı, ağır ağır çeviriyordu sayfaları, bebek gibi bir yüzü vardı. Durdu siyah saçlarını omzunun gerisine attı ve başını kaldırdı. Bana baktı evet lan bana baktı. Gözlerimin içine derin derin baktı. İçime işledi sanki, dur kızım çekil bak bu bank benim ve amacım sadece güvercinleri kullanmak. Onları kendi bencil emellerime alet etmek demeye kalmadan, güvercinin kanadı kalbimde bir açıldı ve bir kapandı. Ben aşık olmuştum, hem de deliler gibi. Kitap okuyan bir kıza sadece parkta kitap okuduğu için ya da gözlerime derin derin baktığı için, ne okuyordu acaba. Tarzımız aynı mıydı, aynı olmasa ne olacaktı. Kız çok güzeldi. Kurutulmuş sarı papatyalar kadar güzel.

Kurutulmuş sarı papatya görmediysen dert etme, anla işte kız o kadar ender ve o kadar eşsizdi. "Beni beğenir mi acaba" diye içimden geçmedi değil. İçimden geçenler geçip giderken kız da oturduğu banktan kalktı. Kıvanç Tatlıtuğ'a benzer bir çocuğun elinden tuttu, utanmadan bir de öptü onu. Ve gitti. Bana da yazmak kaldı. Yazıyorum işte kız çok güzeldi ve gitti.

pehito

24 Haziran 2014 Salı

KURGUDAN DA GARİP



Dövüş Kulübü'nün yazarı Chuck Palahniuk'dan oldukça ilginç bir kitap. Kurgudan da Garip kitabında okuduğunuz her şeyi adından da anlaşılacağı gibi hayretlerle karşılayacaksınız. Her bir hikayenin gerçekliği sizi kurgunun sarıp sarmalayan sihrinden gerçekliğe çekecek ve siz olayların gerçekliği karşısında büyüleneceksiniz. Gerçek hikayeler her zaman kurgudan daha çekicidir. Yazar da bunu kitabının ilk sayfalarında söylemiş zaten.

Bir şatonun yapımını, filmleri gerçek yaşamlardan satın alan senaristleri, biçer döver parçalama festivalini, kanser hastalarının son günlerini, Montana'da ki Taşak festivalini, seks bağımlılarının terapilerini ve daha bir çok ilginç, uçta yaşayan insanların gerçek hikayelerini okuyacağınız kitap oldukça ilgi çekici.

Bir Dövüş Kulübü etkisi yaratır mı bilemem ama yazar kendini aşmış olduğunu bu kitabıyla da okuyucularına sunmuş ve bahsettiğine göre yazar olabilmek için hem insanlardan soyutlanmalı hem de yaşamlarının içinde olunmalıymış ve bu denge gerçekten zor kurulabilir bir denge ve bu kitapta bu dengenin de nasıl kurulduğunu okuyorsunuz.

keyifli okumalar
pehito

KİTAP             KURGUDAN DA GARİP (STRANGER THAN FICTION)
YAZAR           CHUCK PALAHNIUK 
ÇEVİREN       AHMET ERGENÇ
YAYINEVİ     AYRINTI YAYINLARI

O KADIN



Saçlarını kısacık ilk kez kendisi kesen kadınım ben, elbiselerini kendi diken, yemeklerini pişiren bir kadın ama bahçesine ektiği çiçekleri yeşertemeyen, kokularını içine çekemeyen bir kadın. Onları sulamayı bir gün olsun unutmayan, her yeni güne onlarla konuşarak başlayacağına söz veren, dalında yeni bir tomurcuk görmeyi bekleyen, sadece bekleyenim ben.

Değiştirmek istediklerini bekleyen bir kadın. Peki ya değişirse!  Gün gelir değişir, zamanı gelir değişir diyen bir kadın. Geçmişimde ki çizgiler hangi kremle ne kadar geçer diye, saçlarımı bugün kestim yarına ne kadar uzar diye bekleyen, en çokta o ne zaman gelir diye bekleyen bir kadın.

Tüm çiçeklerinin açmasını o güne saklayan bir kadınım işte. Günden çok geceyi, güneşten çok dolunayı gören kadın. Bir öpücüğe kanmayacak ama o öpücüğe dünyayı değiştirecek kadınım ben. Çok mutluyuz dediğin gün giden kadın. Bahardan çok kışa aşık, beyazdan çok siyahı seven kadınım. Hatırladın mı? Ben o kadınım!

pehito

11 Haziran 2014 Çarşamba

GERÇEKLER ACITIR!


Yine mi seminer, son dakika haber veriyorlar. Koşuşturmaktan nasıl terledim. Iıııh kokmuyorumdur umarım, sanmam. Daha bu sabah duş aldım; deodorantımı ve yeni aldığım Dior Addict parfümümü sabah üzerime resmen boca ettim. Hem ne zaman koktum ki ben. Dur düşünüyorum.

Hımm lisede dönem ödevimi almadığımı son anda fark ettiğim ve 15 km yolu yürümek zorunda kaldığımda. Bizim apartmanda oturan üniversiteli Ahmet'le kapıdaki ilk karşılaşmamızın olduğu gün. İnsan koktuğunu ancak böyle unutulmaz yapabilirdi zaten. Apartmanımıza taşınalı iki hafta olmuştu. O eşyaları taşırken ben onun ve benim olduğum hayal dünyasına derin bir giriş yapmıştım bile. İlk karşılaşmamızda benim mahcup selamıma aldığım yanıt "ııııyyy ne yedin sen, hiç mi banyo yapmazsın!" olmuştu. Yerin dibine işte benim o gün geçtiğim gibi geçilirdi. Ama sonrası "Meltem adın gibisin, yanımızdan esip geçiyorsun. Sen geçiyorsun, mis kokun baki kalıyor" olmuştu.

Yaaa ne günlerdi. Hah açılış konuşması başladı, ne kadar da uykum var. Gece uyutmadı ki velet. Çocuğun mu var, derdin var. Yani güzel tabi ama bazen zor. Her sabah 06.30 da kalkmak zorundayım ve  bütün geceyi uykusuz geçirsen de, kalkıp sabahın köründe işe gitmek zorundasın. Bir de geldi beş yaşına hala "ayağında salla beni anne". Bacaklarımı hissetmiyorum hala. Evet şimdi konunun uzmanı çıktı. Umarım uykusuzluğuma yenilmem. Neyse çok sıkılırsam ıphone'umdan gelen maillerime girerim. Twitter'a, Facebook'a bakarım. Sonuçta ne yaptığımı sadece ben bileceğim.

Yani kırk yaş zor diyorlardı da inanmıyordum. Bütün hastalıklar bu yaşta başlıyor. Şeker, kolestrol ve şu yanımdan ayırmamaya alışamadığım yakın gözlüklerim. En iyisi doktorun dediği gibi yakın-uzak bir arada alayım gözlüklerimi. Neredeyse telefonumla arama bir metre koydum ama yok anacım göremiyorum yinede. Gözlerime kürdan takıp dinlemeye çalışayım adamı. O da ne? Yılmaz Erdoğan mı sahnede? Aaaaa yok değilmiş ama bu ne benzerlik. Bu adamdan tıpla ilgili bilgileri dinlemek ilginç olacak. Acaba ne zaman şiir okumaya başlayacak. Gözlerimin içine bakıp, şiir okumaya başlasa;

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

Menopozumun yaklaştığını hissettiğim ve yüzümde zor kabullendiğim çizgilerimin üzerine iyi gidebilirdi bu şiir. Gerçi biricik işiyle çok meşgul eşimden dinlesem, yıllar sonra çok daha anlamlı olabilirdi. Aaaa şimdi hayal ettim de dizlerinin üzerine çökmüş elinde bir adet kırmızı gül, kesinlikle kırmızı gül. Bilir benim en sevdiğim çiçeğin o olduğunu, bilir de akıl edip almaz. Yirmi yıl olunca böyle mi oluyor evlilikler.

Düşünüyorum, böyle değildik eskiden. Nasıl aşık bakardık birbirimize, gören kıskanırdı. Yaaa hep diyorum bir nazar muskası yaptıralım diye ama ona batıl geliyor böyle şeyler. Bana da öyle gelirdi aslında, yaşlanmak orta yaşı geçmek, böyle bir şey sanırım.

Ooohh Yılmaz Erdoğan sırasını savdı. Bu kez bir avukatı taktim ettiler. Daha çok bir opera sanatçısı tipi var kendisinde. Üzerinde siyah takım elbisesi, geniş göğüs yapısı, dağınık kestane rengi saçları, her an dışarı fırlayacakmış gibi görünen gözleri, sanırım guatrı var. Guatr hastalarının gözleri öyle oluyor, bu bilgiye ne ara sahip oldum hiç bilmiyorum. Aman Allah'ım böyle bir adamdan beklenmeyen ince tiz bir ses. Tamam pes ediyorum, kaçtı bütün uykum. Zaten kulaklarımı tırmalayan böyle bir ses de, uyumam pek de mümkün değil.

Nasıl oluyor da bir beden bu kadar zıtlıklardan oluşuyor. Biz çevremizdeki zıtlıklara katlanamazken, bir beden dünya kadar zıtlık bulundurabiliyor. Zıtlıklar, ne güzel bir kelime. Biri olmadan diğeri var olamayacak, varlıkları her zaman birbirine mahkum zıtlıklar. Yani düşünüyorum eşimle benim gibi.

Ben çok konuşurum, o gerektiğinde. Arada da "Melteeem tamam" bu ondan duyabildiğim en uzun cümle. Eksiksiz öznesi ve yüklemiyle. Abartıyor olabilirim ama şu an için hissiyatım bu. Sanırım gece kalkmadığından olabilir sinirim. Ne olurdu biraz da o baksaydı oğlana. Bu kadar uykusuz olmazdım. Sonuçta ben tek başıma yapmadım ya bu çocuğu. Ahaaa bir de neymiş efendim "sabah işe gidecekmiş" hayır sanki ben sabah diskoteğe gideceğim. Bu arada kaldı mı diskolar. Ondan da haberim yok.

Yok yok Meltem gerçekten yaşlandın kızım sen. Diskotek falan, ununu eledin eleğini astın. Baksana yirmili yaşlardaki gençler bile Meltem Teyze diyor sana. Yaaa ben ne zaman taktım yaşlanmaya bu kadar. Yani yaşlandıysam da kırk yıllık hayatıma; bir müdürlük, bir çocuk, bir eş ve güzel dostlar sığdırdım.

Efendim, ne oluyor yaaa???

-Melteeeeemm!!! Kalk hadi okula geç kaldık, sınav var, hadi amaaa.

Ne yani her şey rüya mıydı??

pehito
kurgu hikaye

not: insan yavrusu bloğunun güzel yazılar yazan, günlük hayatını bile oldukça merak uyandırarak yazan yazarı beni 30 yaş mimine davet etmişti. Düşündüm 30 yaş dediğin nedir ki, (benim hikayemde 30 yaş çok genç kaldı) beş yıl 29'da ikamet edersin olur biter. Bunun 40'ı, 50'si, 60'ı var. Her yaşın ayrı bir güzelliği var. Tadını çıkara çıkara ve kabullenerek yaşayalım.

Sıra geldi benim mimlediklerime. Hadi bakalım yaşınızın 30'a yaklaşmasını nasıl karşıladınız ya da nasıl karşılayacaksınız. Var mı şimdiden alınmış tedbirler :)

Ali ÇALIŞKAN
nursel kepekli
oscar favorite
Hayattan Payetler
İlknur Akpınar
Havva Peynirci
Aslı Yılmaz
minik mini
narkoz
Seyma Tanis
Uyuşuk Hayalperest
kahve telvesi
butterfly'ınız
Dördüncü Tekil Şahıs
Sonsuz
dondurma delisi
Anarşi (Son ikiden şüpheliyim yapmış olabilirsiniz, belki de hepiniz çünkü ben çok geç kaldım!!)
:)



30 Mayıs 2014 Cuma

BİTTİ Mİ?


Bir Leyla düşlemesidir Aşk.
Düşünmektir Mecnun'un esaretini.
Yanmaktır bir gülün beyazında
Sonra vazgeçmektir yangınlardan.
Ve kendini bulmaktır beyaz bir bulutta...
Bundan sonra sadece "susarım sana"
Gece Leyla olur, tüm gün giyindiğim seni soyunurum.
Yıldızları giyinirim elbise yerine.
Sendelerken yorgun ayaklarım,
Gecede Mecnun'u bulurum.
Dudaklarımda birikmiş ne kadar yamalı cümle varsa,
Suskunluğuma ilmeklerim tek, tek...
Ve hazandan bahara dönüyorum...

Ali ÇALIŞKAN ve pehito
Düzenleyen: Ali ÇALIŞKAN
Bu akşam, twitter dan doğaçlama yazdığımız şiirimiz :)

hiçbiryerde


Kitabın adına baktığınızda aidiyetsizlik duygusuna kapılıyor insan. Kitabı okuduğunuzda ise aksine aidiyet duygunuz artıyor. Her şey birbiriyle ilişkili ve her şey birbirine ait gibi hissediyorsunuz. En önemlisi zıtlıkların birbirini nasıl çektiğini. Önce kitabın kahramanları Deniz'i, Yağmur'u, Rüzgar'ı, Gece'yi, Gündüz'ü ilk anlamlarıyla okuyorsunuz sonra her birinin bir kişiliği oluyor ve canlandırıyor onları yazar. Her biri elbiselerini giyiniyor hayal dünyanızda ve insan sormadan edemiyor "biz mi yarattık doğayı yoksa onlar mı yarattı insanları?"

Kitabın kapağında kitabın adını da tamamlayan ve yazarın arkadaşı Hasan Erdemir'e ait Kralın Kalesi isimli bir resim bulunmakta. Bence bu resim hikayenin başladığı yer bile olabilir. Morisse'in Meyhanesi.

Ve işte kitaptan sevdiğim bir kaç alıntı ve bir de güzel şiir;

"Yapılacak en iyi şey çoğunlukla içmekti. İçmek seni sen olmaya yaklaştırırken seni sen olmaktan alıkoyardı. Öfken susardı, sesin parıldardı"

"Uzun bir yolculuğun bana öğrettiği; dursan, hareket etmesen ya da dünyanın etrafını defalarca dolaşsan da değiştirebileceğin tek şey ağzından henüz çıkmamış olanlardan başka hiçbir şey değil."

"Bir karagöz balığının gözünden baktı sahile
Sonra yolcu yolunda gerek dedi
ve bindi otobüse
yeni acılarda Denize girenlere baktı
bir gün evvel bana benzeyen Denizde yüzüyordu
sıcak yerini serinliğe bıraktı düşünde
muavin su ister misin dedi
teşekkür etti ama susamıştı
zeytin ağaçları romatizmadan kargacık burgacıktı
ve yol boyunca filozofları düşündü bu sahilde yaşamış
gözlerini kapadı otobüsün hareket ettiği Kasaba'ya
döndü
sahilde bir bira ısmarladı kendine
muavin bilet dedi ve ekledi nereye
ne zor soru bu ve ne kadar kolay sorulan
soğuk kuyu...
Acıkan ellerinde ki sessizliği sırt çantasına koydu
ve yolculuğun Filistin askısında gülümsedi sebepsiz
aklına gideceği ve gidemeyeceği yerler geldi
bir su şişesi yere düştü
gözlüğünü düzeltti
otobüs durdu
muavin soğuk kuyu da inecekler kalmasın dedi
yolculuk bitti

Hakan Kiper"

"Bir hayal dünyasını seviyorum ben. Her anını sonum gibi yaşamayı seviyorum. Toz duman kaplı bu pusu bu yanılsamayı seviyorum"

Kocali 6. Kitap Fuarında tanıştım kitabın yazarıyla. Kısa bir sohbetimiz oldu. Yazacaklarım sohbetimizden alıntıdır ve belki sizleri yazara biraz daha yakınlaştırır.


Ben: Hiç bloğunuz oldu mu?
Hakan Kiper: 2004'de başladım blog yazmaya, dört bloğum oldu.
Ben: Ne kadar çok
Hakan Kiper: Karakterler öldü bloglar kapandı ve yenisi açıldı. 
Ben: Sizin için yazmak ne ifade ediyor?
Hakan Kiper: Belki çok klasik olacak yanıtım ama benim için yazmak "nefes almak" gibi.

Teşekkür ediyorum sohbet için kendisine buradan da. Yazarın ilk kitabı "hiçbiryerde" İzmir'de ki ZEUS KİTAPEVİ tarafından yayımlandı. Takip etmek isteyenler Facebook hiçbiryerde sayfasından ya da Twitter @hakankiper adreslerinden takip edebilirler.

Hakan Kiper'e çıktığı bu yolda başarılar diliyorum.

KİTAP:         hiçbiryerde
YAZAR:       HAKAN KİPER
YAYINEVİ: ZEUS KİTAPEVİ

pehito

BEYAZ KELEBEK GEL HADİ BUL BENİ


Bir beyaz kelebeğin kanadına gizlenmişti gece, tek bir benekte.
Ona eş olmuş gibi, bir olmuş bedeniyle.
Bedensiz bir ruha dokunur gibi uzandım sana, kelebeğin kanadında ki gecede,
Gör istedim.
Geldiğimi duy istedim.
Seni sardım her gün her gece, ruhumu esir eden aşkla.
Ve senden severek gittim.
Bunu bil istedim.
Kaç kez dokundum o geceye, sen oradasın diye.
Geceler bitti, kelebeğin ömrü...
Sen beni
Bulabildin mi?

Uyuşuk Hayalperest
pehito

ÖLÜM KALIM MESELESİ DEĞİL HAYAT


Hayat aldanmaz sana ama bak aldatır unutma. Bazen kanmak ister insan, kana kana içmek, kana kana sevmek, kana kana ölmek ister. Bazen sürüklenmek ister bir şarkının melodisine, bir kadeh şarap ister insan bazen. Bazen ayakların götürür seni, bazen sadece rüzgarın ılık esintisi. Bazen sonunu bilerek gider insan, bazen sonunu görmeden gider ama illede gitmek ister.

Bazen acınacak hale düşmeyi bile ister insan, ilgi beklediğinden değil de sonunda yenilmez çıkmak istediğinden belki de. Yenile yenile yenilmez olmak ister ve bilir istemek yetmez, beklemek yetmez öyleyse koşmak ister insan.

Şşşşşt sana söylüyorum, hadi durma koş!!

pehito
:)


28 Mayıs 2014 Çarşamba

ESMER GECE


Takıldığını düşünme, sen dursan da akıp geçer zaman.
Bırak saatin tık tak sesini, izle güneşin gök yüzünde sema edişini. 
Dikmişse sana gözlerini bil ki o vakit öğlen vakti, en iyisi koru ondan kendini.
Yaklaşmışsa denize sen de göz kırp en az iki kere 
Ve akşam üzerinin serinliğini üzerine al ceket niyetine.

Gez iyisi mi deniz kenarında kumların üzerinde.
İzin ver kendine, hayal et geçmişini.
Hani o eline değdiğinde vücudunu sallayan adamı ya da kadını.
Uzat elini hayallerine,
İstersen bir öpücük kondur.
İstersin "beni nasıl bıraktın" diye fısılda geceye.

Hayalini gerçek yap gecede ya da 
Bırak gerçeği, geçmiş bir hayale...

pehito

SAATİMİ KURDUM AMA YİNE GERİ KALMIŞ


Bilmeden kurdum bende çünkü biliyordum herkes böyle yapıyordu. Birtakım ön yargılarını biriktirip "sen böyle yapmışsın, sen de böyle düşündün" diyordu. Halbuki bazen biz bile bilemezdik ne düşündüğümüzü. Öyle birbiriyle iç içe geçerdi ki aklımızdakiler, yetişemez, bir arada bir sürü şey düşünmüş olur, biri "ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda "hiiiiç" diye yanıt verirdik bir çırpıda. Halbuki o hiç'in içine ne çok düşünce sığdırmıştık.

"Hadi ama söylesene ne düşündüğünü, uzun zamandır boş boş bakıyorsun kesin bir şey düşünüyorsun" diye zorlarsa, kendimizi ne düşündüğümüzü bulmaya çalışır halde bulur, içinden çıkamaz "ya gerçekten hiçbir şey düşünmüyordum" deriz. Muhtemelen karşımızda ki "diren" deyip bize o en cevap bekleyen bakışını attığında; "tamam" deyip sıralarız aklımızdakileri. "Gezi direnişi, Soma faciası, devlet büyükleri, Türkiye'nin geleceği, gelecek kaygısı, yeşiller bitecek mi, hayvanlar ölecek mi, doğayı mı katlediyoruz yoksa yaşam alanımızı mı katlediyoruz, hayat çok kısa, bilemedim belki de çok uzun" ya da en iyisi Seni Sevdiğimi Düşünüyorum diyelim de kapansın bu mevzu.

Sevgilerimle
pehito

27 Mayıs 2014 Salı

EVRİMİM DEVRİM OLSUN



Düşüncesizliklerimi taşıyıp başka yerlere düşünceli olmaya karar verdim. Tabi her şeyde olduğu gibi kararlı olmak yetmezdi. Verdiğimiz kararlarımıza inanıp beynimize sinyaller göndermeli, beynimiz bunu algılamalı sonra da davranışa dönüştürmeli. Bir de bütün bunları motor davranış haline getirmeliyiz ki, sürekli düşünüp beyne sinyal göndermeyi kesmeli, gönderilecek yeni sinyaller içinde yer açmalıyız.

İşin özeti şu, bazen kendimize saçmalama izni vermeli saçmalaya saçmalaya saçmalıklarımızı bitirmeli, kendimize saçacak bir şey bırakmamalı ve sonunda "ben olmalıyız" isterseniz biz de olabiliriz. Sonuç olarak hayat paylaştıkça güzel. Acılar azalır paylaştıkça, mutluluk çoğalır derler. Bence hiç de doğruyu söylemezler, İkisi de çoğalır paylaştıkça. İnsan anlattıkça yeniden yeniden yaşar yazdıkça bir kez yaşar, yazarken yaşar akıtır içindekileri bilinmezlikler nehrine, anlattıkları nehrin suyundan içenlere ya da nehir de yüzenlere bulaşır ama bilmez yazan, kime değmiştir yazdıkları.

O yüzden yazar yeniden yaşar yazar, hayal eder yazar, arzular yazar ve bırakır yine aynı nehre. Vazgeçtim adı bilinmezlikler nehri olmasın, adı internet olsun, her okuyana dokunsun. Birine dost olsun, birine düşman olsun ama her okuyana yoldaş olsun.

Yıllardır bıkmadan usanmadan dinlediğim şarkılar var, bir de dans ettiklerim var, bir de ağladıklarım, bir de dinlerken gülümsediklerim. Bak onlar da yoldaş dinleyene ve bilmiyor şarkıyı söyleyen, kime ne zaman değdi o şarkı ve neyi değiştirdi hayatında.

Hııı, evet evet doğru ya da bu ne saçmalamış diye okuyan arkadaşım selam olsun sana. Teşekkür ediyorum, okuyan gözlerine sağlık diliyorum. Seni tanımıyorum ama sevgilerimi sunuyorum çünkü biliyorum o da paylaştıkça artar ve ben tam şu an gülümsüyorum, hadi sen de dene. Bak çok kolay.

pehito
:)

BEN AŞIK OLDUM


Bitirmek ne kadar zor. Sanki başlamak kolaydı, Acaba nasıl biri, iyi mi, kötü mü, benim onu sevdiğim kadar beni sevecek mi, yoksa sevmeyecek mi. Çok da yakışıklı aldatır mı, baksana etrafında bir sürü güzel kız var. Aman ya sonuçta ben de çirkin sayılmam. Güzel de sayılmam, öyle sıradan ortalama güzellikte bir kadınım işte.

Aynada ki yansımam "ortalamanın biraz altı abartma" dese de bugün, bir kez olsun abartmak istiyorum. Nasılsa bir sürü soruyla başlamış ilişkimiz bugün bitti. Bıraktık her şeyi geride, bırakalım geri kalsın dedik. Gerile gerile belki o da bir yerde patlar kendini imha eder dedik.

Bütün olmazları aldık yanımıza, olurlara taşımaya çalıştık ya da bendim taşıyan onu da bütün bunlara ortak ettim. "Hadi" dedim. "Gel" dedim. Sonuçta bütün erkeler için durum şundan ibaret değil mi "her kuşun eti tatlı" ve belli ki onun için de böyleydi. Hem o kadar olmaz varken daha da tatlıydı, üzerine ballar pekmezler, acı sevenler için meksika sosları sürülmüştü. Geldi işte bilmiyorum nedenini.

O gözlerime baktı aşık oldum, bana dokundu aşık oldum, bıraktı beni aşık oldum. Duruşuna, bakışına, hiç de kaslı olmayan vücuduna aşık oldum. Gidişine aşık oldum, anla işte ben aşık oldum ve şimdi o gitti.

Aman ne yapalım biri gider biri gelir.

pehito

MART MENEKŞELERİ


Daha önce aynı yazarın YAĞMUR SONRASI ve BÖĞÜRTLEN KIŞI isimli kitaplarını da yazmıştım. Okumak isteyen üzerine bir TIK yapsın yeter.

Mart Menekşeleri kitabında da yazar; akıcı, günlük ve sizi sarıp sarmalayıp, kitabına esir eden cümlelerini kullanmış. Bu kitapta da Yağmur Sonrası ve Böğürtlen Kışı kitaplarında olduğu gibi geçmiş ile bu günü yazılan mektuplar, günlükler ve fotoğraflarla bir araya getirmiş yazar. Okurken şöyle düşünmekten kendimi alamadım; "yaşadıklarımız belki de dünün birer yansıması ve biz bu günü yaşarken başka hayatlara dokunarak geçiyoruz. Bir kitapta, bir fotoğrafta, bir müze de ve tabi ki en çokta bir müzede." ;)

Emily uzun zamandır yazamayan ama çıkardığı ilk kitabının etkileri hala sürmekte olan bir yazar. Eşiyle, Joel'in artık başka bir kadına aşık olduğunu söylemeleri sonuncunda ayrılırlar. Emily hem yazamıyor oluşunun hem de Joel'in ona olan ihanetinin etkisinden kurtulmak ve kendine gelebilmek adına arkadaşı Annabella'nın da desteğiyle Oregon Adasına yengesi Bee'nin yanına gider..

Emily yengesi Bee'nin evinde kaldığı odada kırmızı kadife kapaklı bir günlük bulur ve onu okumaya başlar. Yıllar öncesinde kalan "1943" ve ailelerini de ilgilendiren duygusal ve kayıplarla dolu bir hikayenin nasıl başladığını günlükten  ve devamını kendi çabalarıyla yaptığı araştırmalarla öğrenir.

İçinde bolca AŞK bulacağınız güzel bir aşk hikayesi.
Keyifli okumalar
pehito


KİTAP                  MART MENEKŞELERİ
YAZAR                 SARAH JIO
YAYINEVİ           ARKADYA