17 Temmuz 2013 Çarşamba

BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK

Arkadaşım Eda'nın anlamlı bulduğum yazılarından birini sizlerle de paylaşmak istiyorum. Umarım nazar değmiştir Edacım...:(


BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
Size ödüllü bir Harper Lee romanından bahsetmeyeceğim dostlar. Bu romanda beyaz bir kızın ırzına geçmekle suçlanan bir zenciyi, kent halkının vicdanına karşı tek başına karşı koyarak savunan bir avukatın mücadelesi, ırk ve sınıf ayrımı konusundaki mantıksız yaklaşımlar, küçük bir çocuğun gözünden anlatılıyor. Dedim ya size bu romandan bahsetmeyeceğim. Aksine ben kent halkının vicdanının nasıl hiçe sayıldığı, insan ruhuna hitap etmek yerine nasıl azap edildiği, canlıların yaşam alanlarının nasıl gasp-darp-harap edildiği, daha doğrusu bir KATLİAM'ın hikayesini anlatacağım size! Benim hikayemle bu romanın tek ortak noktası adı olabilir, bir de olayların pek de öyle göründüğü gibi olmadığı, daha doğrusu buz dağının görünmeyen tarafı olduğudur.
İki yıl önce taşındım bu eve. İzmit'e ilk gelişim ve ev arıyorum; bu evi gördüm sonra penceresini. Baktım ve dedim ki; ben burada oturmalıyım, iş çıkışı gelip şu balkonda ayaklarımı uzatmalı, şu güzelim yemyeşil dağaya karşı yudumlamalıyım çayımı. Sevdim Kocaeli'ni çünkü çok güzel dostluklarım oldu. Yüreklerinde huzur bulduğum insanlar. Hepsine şunu söyledim: "Dostum gel, bana gel. Kahvaltıya gel mesela, masayı balkona kurarız, karşıda dağ var. Seyrederiz; olmadı çaya gel. O dağın bülbülleri de var, içerken onları dinleriz." Ah bülbüller, ne çok sevdim onları. Ne güneşler batırdım onların melodileriyle, ne hülyalara daldım. Sabahladığım gecelerde açtım pencereyi, ninnileriyle uyuyakaldım. Kimi zamanda içim acıyarak seyrettim bu manzarayı,düşündüm: "Acaba bundan 10 yıl sonra nasıl bir tablo olacak karşımızda?" Gözümün önünde ağaçların yerini tek tek binalar alıyor, gökyüzünü kara bulutlar kaplıyor, kulaklarımda uğursuz bir uğultu duyuyorum. Bunları düşünürken, yüreğim daralıyor sonra,karabasanın çöktüğü bu uykudan uyanmak istiyorum. Gözümü kapatıp açıyorum, bakıyorum,neyse ki benim yeşilim ve bülbüllerim hala orada. "Ohh be" diyorum...
Sevgili komşularım Nuray Abla ve Tahir Abi'nin davetlerine icap ettiğim günlerin birinde, lafın lafı açtığı, bu güzel ortamın vurgulandığı bir anda korktuğum başıma geliyor işte: "Duydun mu, satışa çıkarıyorlar bizim bu güzelliği, binalar yapılacakmış, yerleşime açılacakmış.......orman vasfını yitirmiş......2B arazisi......"    "Hadi ya, bu kadar çabuk mu?" diyebiliyorum sadece cevap olarak.10 yıl gibi bir süre biçerek saflık derecesinde iyi niyetli olduğumu anlıyorum o an. Yürekteki buruklukla, gözlerdeki donuklukla duyduklarımızın asılsız olması dilekleriyle son veriyoruz muhabbete.
     
Bitmeyecekti demek Yuvam Akarca'nın çektiği.Yakın bir zamanda Kent Konut ucubelerini de dikmişlerdi zira. Ucube diyorum çünkü, 4-5 katlı apartmanların önüne 15-20 katlı binaları dikivermişlerdi fütursuzca. Işığı sönmüştü Yuvam'ın.
     
Her şey öyle hesapsız-kitapsız yapılıyordu işte, öyle değersizleştiriliyordu memleketimde. Yıkımlar, yapıcı olmaktan uzak yapılanmalar, günü kurtarmak adına yapılan kıyımlar, sadece yeşile dönük yapılmıyordu elbet. Yurdumun dört tarafında bütün renkler soluyor, birbirine karıştırılıyor, bulandırılmıyor muydu ortalık?
     
Koca bir isyan vardı ve bir gün Gezi Parkı'nda büyüdü bu çığlık. Yaşananlara, bu süreçte hepimiz şahit olduk. Herkesin bildiğini tekrar anlatmaya gerek yok.....
      
Dün iş çıkışıma yakın bir saatte Ablamdan telefon geliyor. Canım ailemin Ramazan ayını yalnız geçirmeme gönlü el vermediğinden, misafirim, başımın tacı oldular bir süredir. Ve bu baş tacı haykırıyordu;  "Eda,karşımızdaki dağ var ya yanıyor, hem de öyle bir yanıyor ki!..."
     
Telefonun ucundaki ses gördükleri karşısında dehşete düşmüş, atak bir panik içinde. Dışarı çıksa dumandan zehirlenir mi, evde kalsa yangın buraya ulaşır mı, ne yapacağını şaşırmıştı. Karşıdaki dağ gibi benim eteklerim de fena tutuştu anlayacağınız. Evin yolunu nasıl tuttum, Kandıra'dan-İzmit'e 40-45 km'lik yolu nasıl gittim bilmiyorum. Alevlerin eteklerimden yüreğime sıçramasından korkuyordum. Merkeze yaklaşırken önce dumanları gördüm, bu kadar uzaktan, bu kadar yoğun bu kara duman, korkumu daha da büyüttü. Eve yaklaşırken bir ara apartmanların arasından dağı gördüm; Eyvah, ki ne Eyvah, belinize kadar uzanan dalgalı saçlarınızın sıfıra vurulduğunu düşünün. Eve gittiğimde yangın büyük ölçüde kontrol altına alınmış, söndürme çalışmaları devam ediyordu. Şükür ki rüzgar kara dumanları uzak tutmuştu ailemden.

Önce anneme sarıldım, "çok korktun mu" diye sordum, ağlamaya başladı, "duygulandım" dedi. Kadıncağız bütün akşam yüksek tansiyonla dolaştı evde. Ablama döndüğümde yaşadığı korku ve çaresizliğin büyüklüğünü anladım, hala tam olarak silinememişti gözlerinden. Gece yatağına uzanırken söylediği sözler: "gözlerimi kapatıyorum alevler var, kulağımda hala yangının çıtırtısı.."  Anlattılar; yangın önce dağın diğer tarafında başlamış, duman neyin nesidir derken, alevler rüzgarın da etkisiyle hızla bu tarafı da sarmış, büyük alevler. Yüksek gerilim hattı nedeniyle itfaiyenin müdahalesi gecikmiş. İnsanlar korkularından sadece çantalarını alıp, sokaklara inip, her an kaçmaya hazır çaresiz beklemeye başlamışlar. Dağın eteklerindeki mahalleyi düşünemiyorum bile. Alevler evlere o kadar yaklaşmış ki, fenalık geçirenler, bayılanlar olmuş.
     
Bir ara bizim sokaktaki sakinlerle konuştum. Herkes yapılaşmaya dair duyumlar nedeniyle, yangının şaibesinden bahsediyor, doğal olarak. Dağın yerleşime açılmasına 10 yıl gibi bir süre biçen bu saf kişilik ise, gözlerinin önünde yaşananlar karşısında iyi niyetini kaybetmiş,olayın şaibeli değil, yüzde beş yüz kundaklama olduğunu düşünmektedir.
    
Eve dönerken apartmanın girişinde komşum Nuray Abla ile karşılaştık. Geçmiş olsun dilekleriyle sarıldık birbirimize. Gözlerindeki acıyı görüyor, yüreğindekini hissediyordum: "Gitti Eda Gitti, dağımız da gitti,keyfimiz de." Sonra bizim Alemdar Polat'dan etkilenmiş olacak ki ekledi: "Nazar değdirdik."
    
Umarım öyledir Ablacım, umarım değen rant peşinde koşanların kirli elleri değildir de bizim nazarımızdır. Kolayı var; okutur üfletir, kurşun döktürürüz geçer. Yerine de dikeriz fidanlarımızı, biraz sabırla hallederiz hepsini.

Peki ya işin içine birilerinin kirli eli değdiyse? İşte bunun kirini kırklasak da çıkaramayız. Çünkü bülbülü öldürmek günahtır, vebali büyüktür, anlamı açıktır: Kendi kıyametini hazırlamak. Kıyamet koparken edilen tövbenin de kabulü yoktur.

Kırk demişken; şunun şurasında 40 gün sonra Çanakkale'de yeni bir hayata başlayacağım. Şöyle; deniz manzaralı bir ev tutmak istiyorum. Ne dersiniz; bendeki bu uğursuzlukla tsunami falan çıkar mı oralarda?


bu da yangından sonra ki manzara...eda mutlu

18 yorum:

  1. Çok üzücü:(( kesinlikle bilerek yakıyorlar:(( bir orman yakarken ağaçların yanısıra yakılan canların acaba sayısını kim bilebilir?:( uçamayan yavru kuşundan, sincabına, kaplumbağasından, karıncasına, dağ kedisine, tavşanına, faresine kaç canı diri diri yaktılar? O paradan hayır beklesinler bakalım, Allah dilerim sürüm sürüm süründürür....:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bücürükveben

      Bakalım ilerleyen zamanda belli olacak ama dört yıl önce benzerini yaşadık burada ve şimdi o ağaçların yerinde koca koca bloglar var..
      :(

      Haklısın, bir sürü zararsız hayvan da telef oldu bu yangınla. Doğanın dengesi bozuluyor bu yaşananlarla ve insanların psikolojisi maalesef..
      :(

      Duyarlılığın için teşekkür ediyorum..
      :)

      Sil
    2. Yanan bölüme binaların değil de fidanların dikildiğini görmeyi ve kendimi paranoyak ilan etmeyi o kadar çok isterdim ki :((

      Sil
    3. Edacım

      Bunu hepimiz istiyoruz. Hepimiz paranoyak olabiliriz...
      Yeter ki orman geri dönsün...
      :)

      Sil
  2. ya ben bu yazıyı okudum ki.
    edanın blogu var mı.
    okudum.
    hatta kitabı da okudum.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın deeptone, hep aynı yazıları okuyor, aynı filmleri seyrediyoruz, bu senaryo değişmeli artık! :)

      Sil
    2. yok ben bu yazıyı yakınlarda okudum ki bir blogda. o zaman sizin blogunuzda okumuşum. burda pe hito'nun blogunda görünce aaa dedim.
      :)

      Sil
    3. benim blogum yok ama, dün yazdım yazıyı, face de paylaştım önce, bugün de pehito blog da yayınladı, belki benzer bir yazıdır bilemedim, malum olaylar ve sonuçları hep aynı, yarattığı duygular da doğlak olarak :))) diğer ihtimal, siz benim face de eklisiniz, bu da demek oluyor ki benim arkadaşımsınız, pardon isim neydi? :))) okul, memleket? ;)

      Sil
    4. yok feys hesabım.
      belki bir arkadaş yazınızı sevip google+'da yayınlamıştır. öle okumuşumdur.
      :)

      Sil
  3. Eda, gündeme uygun bir kurgulama yapmış zannettim önce..
    Gerçek olduğunu öğrenmek kötü!
    Memleketi soydular resmen, çeşit çeşit senaryolarla ve planlarla. Kimseler anlamıyor zannederek!
    Yaptıkları yanlarına kalmıyacak ve hep birlikte göreceğiz. Az kaldı!!!!!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunlar adama zorla yazdırıyorlar be Zeugma, maalesef yazılanlar da gerçek, ilham kaynakları da:((((

      Sil
  4. Katliam değil midir bu? Ha bir insanın canını almışsındır gözünü kırpmadan ha bir ağacı kesmişsindir.. İkiside ölüm değilmidir?

    Birebir aynı değil fakat gözlerimle yaşadım bende böyle bir durumu..
    Çatır çutur seslerin, uçusan küller, zift gibi simsiyah bir duman eşliğinde.. O an sanki çıkan seslerin çığlık, uçuşan küllerin gözyaşları olduğunu anlamam uzun sürmedi.. Duman mı? Oda katilin sessizliği, göstermelik suçluluğudu..

    Şimdi o yanan yerin yerinde ne var diye merak etmezsiniz çünkü tahmin etmek hiç zor değil..

    İçim burkuldu, gözlerim doldu okurken.. Öyle saf öyle içten arzularla yazılmışki bitiridikten sonra kendi hayatımı düşündüm..
    Aklıma benimde gördüklerim geldi..

    Kendi ellerimizle kendi katliamını yapabilen Dünyada yaşayan bir tür canlılarız işte..
    Bu yazıya yorum yazmadan geçemedim..
    Çok üzüldüm.. Çok geçmiş olsun..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yerden göğe kadar haklısın tuba, iki gündür gündüzleri balkona çıkamıyorum, karşıdaki manzara o kadar acıtıyor ki,gecenin karanlığında farkına varılmıyor,ancak o zaman dağa değil aya çeviriyorum kafamı ve iki gündür geceleri gökyüzü de ağlıyor bu duruma,sonrasında yoğun bir is kokusu,anlayacağın iki gündür is kokulu gecede, karbonlu rüyalara yatıyorum, ve umuyorum bir sabah küllerimizden doğacağız,ve bunların hepsi son bulacak.

      Sil
    2. Öyle anlayabiliyorum ki seni her sene uzun yaz tatillerimizde gittiğimiz o yemyeşil alanların yerine uzun uzun blogların yapıldını gördüğümde içim burkulurdu.. Her sene biraz daha fazla blog yapılırdı..
      Gençlik, çocukluk dönemlerini hep oralarda geçiren annem şunu derdi, "Birgün onların merhametine muhtaç kalıcaz ah birde görebilsek" diye..
      Anlam veremezdim küçükken ama öyle haklı bir cümleymiş ki zaman geçtikçe anlıyor insan..

      Okurken görmesemde kendimi o balkonda gördüm, o manzaraya karşı derin bir nefes çekip çayımı yudumladım.. Uzun bir sohbete daldım..
      Benim bile içimi acıttı hiç görmediğim biryerin acısı..

      Bir sabah uyandığında herşey rüyaymış diyebilmeni canı gönülden diliyorum..

      Sil
    3. Teşekkürler Tuba, bülbüllerin cıvıltısı hepimizin kulaklarını, ruhunu şenlendirsin :))

      Sil
  5. Nedense bu yangınlar her zaman yerleşime açılması düsünülen yerlerde çıkar

    YanıtlaSil